9 Ekim 2010

Deutschland, Deutschland, über alles...

Guus Hiddink bu maç ile, gönderilecek teknik direktör yarışında rakipleriyle arayı açmaya başlayan Aykut Kocaman ve Frank Rijkaard'ın hemen arkalarında olduğunu herkese bir kez daha hatırlattı. Takım 3 yediği veya kötü oynadığı için değil, tuhaf kadro bunları yaptığı için. Futbolda iki gerçek vardır: ya genel kabul edilen doğruları yapacaksınız, kazanırsanız ne ala, kaybederseniz çok fazla eleştirilmezsiniz. Olsa olsa yaratıcı olmamakla suçlanırsınız. Ya da yaratıcı olacaksınız, devrimci tercihler yapacaksınız, ama o zaman kaybetmeyeceksiniz. Hadi kaybettiniz, en azından iyi oyunun sinyallerini göstereceksiniz. Yoksa gidersiniz. Mesela, Rijkaard, geçen yılın tüm o başarısızlığına ve hatta bu yılın başlangıcına rağmen hala görevinin başındaysa, bence en önemli neden kariyeri, sözleşmesi vs değil, geçen sezon Fenerbahçe maçına kadar takımın oynadığı futboldur.
Dönelim milli takıma. Öncelikle umutlu futbolseverlere hatırlatmak isterim ki, bu takım dünya kupasına biraz zor gider. Bu grupta birincilik şanşımız çok az. Birkaç ters sonuçla ikincilik bile riske girebilir. Bir de play-off maçları falan, işimiz çok zor. Bu takımla işimiz çok zor. Toplama bir takım gibi top oynuyoruz, futbolcular ne yapacaklarını bilmiyor gibiler sahada. Tabii bunda tuhaf kadro yapısının da etkisi var. Kimse ya oynadığı yerde değil, ya da etrafındakiler oynadıkları kişiler değil. Sabri'nin ne işi var sol bekte? İbrahim Üzülmez oynayamaz mıydı? Kötü bir gününde olan ve fiziksel olarak da zayıf olan Gökhan çıkarılmaz mıydı? Aurelio'dan ve hadi Emre'den başka ön liberosu olmayan bu takıma Valencia'da ilk 11 oynayan Topal sakatlanmadan önce çağrılmaz mıydı? Madem kontra yapmaya çalışacaksın Sercan daha erken giremez miydi? gibi birçok soru sorulabilir, sorulmuş da. Hiddink de cevap vermiş, mesela Sabri içeri giren Müller'i hızı ve sağ ayağıyla durduracakmış. Evet Sabri fena da oynamadı. Ama bunları konuşmanın çok da anlamı yok. Futbolda bu kadar çok tuhaflık yapar, bu kadar çok kendi takımında oynamayan oyuncuyu bir araya getirip, her maçta ilk 11'i değiştirirsen, bu kadar çok sürpriz yapıp, maçı da kaybedersen, adamı gönderirler. 
Tabii bunların arkasından hemen Türk futbolcularını yeterince tanımadığın, Hollanda'da oturmaya devam etmen gibi konular gündeme gelir. Kimse Rusya'ya oynattığın futbolu hatırlamaz. Zaten kadroya çağrılan futbolcuların sakat olmaları gibi eleştiriler de gündemde. Durum iyiye gitmiyor. Bence ilk iş, en azından evini İstanbul'a taşısın.

Gruptaki en zor maçımızı oynadık ve bence 3 tane zor maç kaldı, içeride Belçika, dışarıda Avusturya, ve içeride Almanya. 3'ünü de kazanabilir miyiz? Zaten birinde kaybedersek grup birinciliği şansımız büyük ölçüde  ortadan kalkar. 3'ünü de kazanırsak, Almanya'nın puan kaybetmesi ihtimaline oynarız. Kaybeder mi? Edebilir elbette ama aynı şekilde etmeden de hayet güzel herkesi yenerek gitmeye devam edebilir. İşte o zaman onları burada yensek bile, maç 2-0 biterse mesela, Volkan'ı hatırlarız hep birlikte.
Gerçekten Arda ve Sabri'nin milli takıma gidişleri ve dönüşlerinde tuhaf bir durum var. Ayrıca Aykut Kocaman'ın söyledikleri de bence çok yerinde. Zaten cazibe merkezi olan milli takımın daha da cazipleştirilerek futbolcuların kafalarında kulüp maçlarının önünde bir yer tutması çok yanlış. Bunu söylemesinin nedeni olan 150.000 TL'lik Almanya maçı primi ise akıl dışı. Neye prim veriyoruz? Rakamın yüksekliği falan gibi konular neyse kalsın da, diyelim ki Almanya'yı yendik, sonrasında Avusturya'ya yenildik, bir de İstanbul'da Almanya'ya yenildik, hiçbir yere gidemedik. Ne olacak? Ne için vermiş olacağız, adam başı 150.000 TL, toplamda herhalde 3-5 milyon TL primi? Veya başarısız olan takımdan geri mi alacağız parayı? Üstelik milli takım gibi bir kurumda bence bunlar olmaz.
Maçın bizim açımızdan yıldızı kesinlikle Servet'ti. O da zaten Rijkaard'a olan hırsıyla ekstra oynadı. Hamit düzgün hareketler yaptı, formda olduğunu gösterdi. Sabri yeni mevkiisinde idare etti. Gökhan'ın neredeyse her müdahalesi hatalıydı, fiziği de çok yetersizdi. Nuri'yi ikinci yarı geriye çekti, silindi gitti. Takımında çok formda olan Emre sahada yoktu. Halil'i zaman zaman Hamit'le karıştırdığım için iyi oynayıp oynamadığından emin değilim. Tuncay her zamanki gibiydi; saldırın, saldırın, saldırın.....
Aslında bence Tuncay bizim milli takımın ruhunu temsil ediyor. İlginç bir enerjisi ve hırsı var, bir ateş yanıyor, ama fundemental, fizik gücü ve futbol bilgisinin yetersizliği nedeniyle yeteneğini doğru kullanamıyor. Tam bir kontrolsüz güç!
Bu arada Volkan da her zamanki gibiydi. Yetenkli ama güvenilmez. Artık birisi Volkan'ın büyük takım kalecisi olmadığını, olmayacağını anlasın. Büyük takım kalecisi yetenekli ve güvenilir olur. Güvenilir nedir? basit hata yapmayan, pozisyon alışında ve paslarında da üst düzey dikkat sergileyen, maçtan düşmeyen, konsantrasyon kaybı yaşamayan, duruşuyla, bakışıyla güven veren, mental olgunluğa erişmiş, sakin ve soğukkanlı. Eğer yetenkli ve güvenilir birisini bulamıyorsanız, yetenekten biraz fedakarlık yapılabilir ama büyük takım kalecisi güvenilir olmalıdır. 3 ayda bir basit hatalar yapan, rakibini üzerine yürüyüp saldıran, sonra da 'bana küfür etti, yine olsa yine yaparım' diyen, kıçıyla top tutma şovu yapan, her an sinirlenmeye müsait adamdan büyük takım kalecisi olmaz. Dünkü maçtaki hatasını skor 2-0 olmadan önce yapsaydı, ne olacaktı? Belki de maliyeti bizim puanımız, ve hatta belki de maliyeti bizim Dünya Kupası heyecanımız olacaktı. Üstelik artık kaleciler var ortalıkta....
Tabii insanın topçu başbakanı olması da apayrı bir şey.
Bir de bence geceye damga vuran Ercan Taner'in müthiş esprisi var. Bir karede Joachim Low ile Guus Hiddink birarada görününce Ercan Taner söyle bir adlarını andı. Rıdvan da "Fenerbahçe'de çalışmış iki teknik direktör" dedi. Sanırım Ercan Taner söylemekte bir an kararsız kaldı, ama sonra söyledi "bir de siz varsınız, 3!".  
Hiddink'e bir son tavsiye, tüm bunlardan sonra 'normal sonuç' diye açıklama yapma, buralarda iyi karşılanmaz. 

10 Eylül 2010

Emre mi? Hamit mi? Evet mi? Hayir mi?

Kemal Okuyan'dan (SOL)...

Emre mi Hamit mi? Evet mi Hayır mı?

Dün gece Belçika maçından sonra "şanslıydın, yine bilardo gibi gol attın" diye dokunduran Erdoğan'ı "sizden bir şeyler öğreniyoruz Başbakanım"la yanıtlayan futbolcu Arda'nın bunu iğneleme amacıyla yaptığını düşünmek için bir neden yok. Maç başına en az 2-3 kez darbe almadan kendini yere atıp ayağını tutarak yüzünü ekşiten, her karara itiraz eden, rakip oyunculara "öldürürüm ulan seni" dercesine bakan Emre abisi gibi o da hak edilmemiş ya da alavere dalavere işi başarıların iyi bir şey olduğunu düşünüyordur.
Bunu öğrendiler.
Başbakanlarının da temsil ettiği zihniyetten. Özalların, Demirellerin piyasa kültüründen…
Ama Arda haklı, AKP ile şahikaya çıktı bu işler.
"Hayır" cephesinde, keskin "hayır"cı olduğumuz için doğal olarak bizi de utandıran tuhaflıkları, "oy avcılığı"nı içimize asla sindirmediğimizi belirterek bu referandumun bir yalanla imtihana dönüştüğünü söylemek zorundayız.
Başbakan Erdoğan "kimse Anayasa metnini tartışmıyor" diye yakınıyordu dün televizyonda. Utanmıyor. Bu metin nasıl tartışılacak? Bütün maddeler aynı torbaya dolduruldu. Şimdi "iki madde olmasa" demek moda, oysa o kadar basit değil, iki maddenin dışında da son derece sorunlu değişiklikler var pakette. Ama varsayalım ki, zurnanın zırtı yüksek yargıyla ilgili o iki madde. Neyi tartışacağız? Anayasa metninden söz ediyoruz. İç tüzük mantığıyla hazırlanan bu maddelerin her tarafından AKP'nin en ince ayrıntıyı dahi hesapladığını gösteren pis kokular saçılıyor etrafa. Demokratik Anayasa deniyor, bunu diyenler arasında hukukçular var, demiyorlar ki böyle Anayasa metni olmaz, bu kadar ayrıntıya, börtü böceğe girilmez. Halkımızın bilincini sorgulamak için filan söylemiyorum, seçmen bu maddelerin şifrelerini çözüp, asla bir sonuca ulaşamaz. Bir de üstüne Anayasa Mahkemesi'nin "ince ayarı" gelince bu maddeler tamamen kontrolden çıktı.
Şimdi bu tabloda Erdoğan kalkmış "Anayasa'yı değil AKP'yi tartışıyor, referandumu güvenoyuna dönüştürmeye çalışıyorlar" diyor. E sen değil misin, bu işi bu hale getiren? Sen değil misin, propaganda dönemini "12 Eylül'le hesaplaşıyoruz" yalanına bağlayan?
12 Eylül'de, işte bu yalan oylanacak.
12 Eylül'de, ortaya attığınız diğer yalanlar da oylanacak.
12 Eylül'de yalancılar oylanacak.
Hep beraber, utanmaksızın, sıkılmaksızın yalan söyleyen, yalan yayanlar oylanacak.
Cengiz Çandar oylanacak. Bugünkü yazısında "sivil darbe diye bir şey yoktur, bu Türkiye'de uyduruldu" diye yazmış. Yine girmiştir Tayyip kardeşinin gözüne. E doğru, Hitler de zaten çavuştu, Filipinlerin kasabı Ferdinand Marcos 1972'deki darbeyi yaparken orduyu arkasına almış, Yeltsin 1993'te parlamentoyu yerle bir ederken zırhlı birliklere emir vermişti. Onlar sivil sayılmaz!
Sivil darbe diye bir şey yoktur diyen yalancıdır.
Ergun Babahan oylanacak. O da bugün şöyle yazmış: "Valla, bu halkın neredeyse tamamının onaylamadığı bir anayasa ile neredeyse 30 yıl yaşadık". Acı çektik ama o bugüne geldik, şimdi halkın yarısının onayladığı bir değişiklikten neden korkuluyor demeye getiriyor. "Halkın neredeyse tamamının onaylamadığı bir anayasa"! Hangi Anayasa'dan söz ediyor? 1982 Anayasası'ndan! Bu halkın bırakın tamamını, ciddi bir kesimi onaylamasaydı faşist anayasayı, bugün bol keseden atabilir miydiniz? Diyelim ki, 1982'de insanlar baskılar nedeniyle gitti, anayasaya "evet" dedi. Sonrasındaki yıllarda 12 Eylül'e dönük tutarlı bir karşı koyuş olsaydı, "bu anayasayı da onun koruduğu düzeni de istemiyoruz" duygusu baskın hale gelseydi şimdi Türkiye AKP ile oyalanır mıydı? Kime sorsanız "1982'deki oylamada 'hayır' verdim" diye böbürleniyor. Yalanı meşrulaştırıp kendilerine kanal açıyorlar.
Temiz çocuk, büyük hukuk insanı Osman Can ne yapacağını şaşırdı, işi "can güvenliğim yok" demeye vardırdı. "Sizden bir şeyler öğreniyoruz sayın Başbakanım"!
Devlet olanaklarıyla cemaat dayanışmasını birleştirip sıra sıra küp doldururken "gariban"ı oynayan, iktidarın tepesinde oturup hâlâ mağduriyetten dem vuran Erdoğan'dan öğreniyorlar. Erdoğan konuştukça Çandar daha kolay üfürüyor, Osman Can AKP siyasetine daha hızlı adapte oluyor, Emre'ler Sabri'ler yüzde yüz haksız olduklarında bile hakemin karşına geçip el kol hareketleri yapıyorlar.
Bu referandumda anayasa maddeleri tartışılmadı, tartışılamadı, tartışılamazdı da. Bu nedenle haftalar önce Erdoğan'a bakın ve tercihinizi ona göre yapın demiştim.
Eğer futbol izleyicisiyseniz, Emre'ye bakın ve referandumda oyunuzun rengini belirleyin. Tanımam etmem, siyasi tercihlerini bilmem ama Hamit de topçu. İkisini karşılaştırın ve Emre'lerin mi Hamit'lerin mi önü açılmalı bu ülkede ona göre karar verin!
Fazıl Say'la Nihat Doğan'ı karşı karşıya koymaya kalktık beğenilmedi, "halktan uzaklaştık"!
Örneğimiz popüler kültürümüzün doruklarından. Bu kez "seyirci Emre'gilleri izlemek istiyor, ne öyle Hamit Mamit kokmaz bulaşmaz" mı denecek?

10 Ağustos 2010

Quaresma, Guti, Hilbert...

Bu yılın transferleriyle göz dolduran takımı Beşiktaş. Üstelik yalandan yıldızlar değil. Quaresma kimilerinin (ben de dahil) düşündüğünün akisne partilemeye değil oynamaya gelmiş bir hava içinde. Oynayabilir. Yine de İstanbul hayatının cazibesi ve Quaresma'nın geçmişi düşünülünce risk var. İstanbul'da 3 büyüklerde top oynamak, bu kadar baskıyı kaldırmak, bu arada disiplinli ve mental olarak sağlıklı normal bir futbolcu gibi yaşamak herkes için çok zor. Bir de şu var ki, tribünleri ayağa kaldıracak hareketler yapıyor, topa da müthiş vuruyor ama pek geri gelmiyor. Bu da gösteriyor ki, iş yapar, ligde harika birkaç maç çıkarır ama beklentiyi de fazla abarmamak lazım. Yine de ümit ışığı veriyor denebilir.
Guti'ye gelince, o kadar iyi bir futbolcu ki, aslında bu yorumları hiç yapmamak lazım. Biraz yaşlı, bu nedenle o da çok geri gelmeyebilir, fiziksel performansı süper olmayabilir ama futbolculuk kariyeri ve kalitesine bakınca ümit içinde olmak için gerekli her şey var. Bence tek sorun, sadece Real Madrid'de forma giymiş olması. Yani düşünüyorum, adam 15 yıl Real Madrid'de oynamış, sonra Beşiktaş'a gelmiş. İşler iyi giderse sorun yok ama tökezlemeler oluğunda, hiç aklına gelmeyecek şeyler yaşayacak ve 'ne işim var benim burada??' diyecek diye korkuyorum.

Sonuçta bilinçli ve ısrarlı transferler gibi görünüyor. Beşiktaş yönetimi bu sefer har vurup harman savurmuyor, para harcıyor ama seçilmiş isimleri alıyor. Üstelik bu isimler çok uzun süre konuşuldu, görüşüldü ama sonunda alındı. Demek ki, kararlılıkla seçtikleri adamları aldılar diyebiliriz. Peki bu bilinçli transfer politikasında Hilbert nerede duruyor? Alındıktan birkaç hafta sonra gönderilmesi haberleri çıkıyor. Bu yazıyı yaparken bile şüphe içinde internet sayfalarını kontrol ediyorum. Acaba ben karıştırıyor muyum? Hilbert geçen yıl alınanlardan birisi miydi? Dünyanın neresinde, hangi takım, beklenmeyen bir gelişme olmadıkça, aldığı adamı daha hiç maç oynamadan birkaç hafta sonra göndermiştir? Üstelik daha önceden belli olan yabancı kotası yüzünden? Gerçekten anlamakta zorlanıyorum, bu kadar acemilik olabilir mi? Hilbert'i alırken Guti ve Quaresma transferleri yoldaydı. Yabancı kotası da belli. Kadro da zaten şişkin. Ne düşündüler acaba? Kaç yabancıya izin verildiğini mi unuttular? Belki şu olabilir, Schuster başka isimleri yollamayı planlıyordu, ama antrenmanlarda ve hazırlık maçlarında bu isimlerden birisi o kadar iyiydi ki, onun yerine Hilbert'i yollamaya karar verdi. Bu en mantıklı tahmin ama bu bile çok acemice bir hareket olur. Üstelik, senin zaten kotanın üzerinde futbolcunun varken, kesin oynatmayacağın bir adamı alman da har vurup harman savurmak demek değil midir? Hem de 1 milyon 350 bin Euro yıllık garanti para ve 3 yıllık sözleşmeyle? Bu kadar bilinçli ve kararlı transferler yapmış gibi görünen aynı yönetim bu kadar saçmalayabilir mi? İşte bu düşünce herşeyi bir anda bulanıklaştırıyor, insan ne düşüneceğini şaşırıyor.
Umarım bunlar sadece asılsız dedikodulardır ve Beşiktaşlı yöneticiler en azından şekil ve tutarlılık açısından tam anlamıyla saçmalamış olmamak adına, zengin yabancı repertuarlarından başka 2 ismi seçip gönderirler. Bir de başka transfer dedikoduları var ki, onlara hiç ihtimal vermiyorum. Ve Haldun Üstünel'e dediğim gibi 'Yeter, Demirören, yeter!' diyorum.

7 Ağustos 2010

Liverpool'u Cemil Usta pişirdi!


1976 Ekim'inde Trabzonspor ile Liverpool tarihlerinde ilk defa karşılaşmışlardı. O zamanlar Trabzonspor kimsenin tanımadığı ama karşısına çıkınca soğuk terler döktüğü bir takımdı. Liverpool da rahat ve emin geldiği Trabzon'da maçı 1-0 kaybedince bir silkinmiştir herhalde. Futbolu güzel yapan biraz da bu bitmek bilmeyen hikayeleri. Babam o sıralarda Londra'da olduğu için rövanş maçına bilfiil iştirak etmiş. Azımsanmayacak bir grup Türk'le birlikte. Ortalıkta bir ümit havası kol geziyor. Maç bu havayla ve Trabzonlular'ın kendilerinden emin oyun tarzıyla başlasa da Liverpool 3-0'la işi bitirmiş. Babamlar da İngiltere'de İngilizleri yıkamamış olmanın burukluğu ama korkutmuş olmanın da gururuyla evlerine dönmüşler. İngiltere'de İngilizleri eleme keyfi yıllar sonra Aston Villa maçına giden Türkleri bekliyordu.

Liverpool, Trabzonspor'u 2.turda geçtikten sonra, çeyrek finalde Saint Ettienne'i, yarı finalde Lausanne'i, finalde de Borussia Monchengladbach'ı saf dışı bırakarak ilk defa Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanmıştı. Dolayısıyla o yılın Avrupa macerası Liverpool taraftarları için de ayrı bir önem taşıyor muhtemelen. Trabzonspor'u eledikten sonra, yaptığı 5 maçın 4'ünde rakip kalelere 3 gol atmayı başarmış Liverpool takımı. 

O zaman Trabzonspor'un kalesini koruyan Şenol Güneş bugün Liverpool'un sonunu hazırlıyormuş, UEFA'nın haberine göre:) 




3 Ağustos 2010

Paradinha artık yasak!


FIFA birkaç kuralda değişiklik yapmış. En çok tartışılanı penaltı atışında 'paradinha' denilen tekniğin yasaklanması. Özellikle Latin ekolünden gelen futbolcuların bunu çok sever. Topa vururken hafifçe durarak kalecinin yatışına göre topu ters köşeye atmak. Futbolcularda ise bu duruma tepki var. Herkes kaleci nasıl özgürse futbolcu da penaltı atarken özgür olsun diyor. O zaman penaltı noktasını 4-5 metre geriye çekelim mesela, durup feyk atmak dahil her şekilde vursun oyuncu?

Benim dikkatimi çeken başka bir kural oldu. Şöyle diyor Hürriyet'in sitesi:
3-Bir futbol sahasında kale direkleri ve üst direk tahta, metal veya onaylanmış malzemeden yapılmalıdır. Şekilleri kare, dikdörtgen, yuvarlak veya elips olmalıdır (Eski kuralda bu kadar kesin hüküm yoktu). 
Kare veya dikdörtgen kale direği olur mu? Yani belki mahalle maçlarında, okul maçlarında falan olur da, ciddi bir turnuvada köşeli direk olamaz bence. Top köşeye çarpıp çok saçma bir yere gidebilir. Halbuki dairesel kesit her noktada gelişine dik bir temas yüzeyi sunarak mükemmel bir çarpma sağlıyor. Yani teorik olarak falsosuz giden top direğe çarpınca nereye gideceği bellidir. Bence köşeli direk üst seviyede kabul edilemez.

23 Temmuz 2010

Real mi? Fener mi?

Bu soruya allahaşkına hangi futbolcu 'Fener' diye cevap verir? Üstelik kariyerinin başında genç bir yıldız adayıysa?
"Fransız Lille'in süper yeteneği Eden Hazard için 19 milyon Euro'yu gözden çıkardıklarını anlatan Yıldırım, futbolcunun Fenerbahçe'yi tercih ettiğini; ancak Real Madrid'in 24 milyon Euro'luk teklifinin işleri karıştırdığını aktardı. Şilili Alexis Sanchez ile 2010 Dünya Kupası'ndan önce temasa geçtiklerini ve 20 milyon Euro fiyat aldıklarını kaydeden Yıldırım, Udinese 30 milyon Euro'ya çıkınca bu isimden vazgeçtiklerini belirtti. "

Alexis Sanchez için de birinin 30 milyon vermiyor olması ilginç tabii.

Bu arada Getafe Başkanı, Guiza için Fenerbahçe'nin istediği 5 milyon Euro bonservisinin yüksek olduğunu, veremeyeceklerini söylemiş. Yorumsuz.

7 Temmuz 2010

Keita satılır mı?

Bence satılmaz. Bence geçen yıl Süper Lig'deki en başarılı birkaç isimden biriydi. 

Galatasaray yönetmini anlamak da gitgide zorlanıyorum. Öncelikle ellerindeki tek ön liberoyu sattılar. Hadi Topal gitmek istedi, sonra 3 kuruş para için Kewell'la anlaşmadılar. Türkiye'de oynayan en kariyerli ve en kaliteli futbolcuyu, oynamak istemesine rağmen devamlılığı yok diye yolluyorlar.

Şimdi de en satılmaz adam olarak gördüğüm Keita'yı sattılar. Hani satılır tabii de, biraz para kazandırsa falan mesela. O zaman niye aldın bu adamı? Keita'ya Galatasaray'ın ödediği bonservis bedeli 7.5 milyon Euro'ydu, şimdi sattıkları rakam da 8.15 milyon Euro. Ne anladık bu işten? Üstelik çok iyi bir sezon geçirdi, çok faydalı oldu. Biraz yaşı var denebilir, 30 yaşında sanırım ama bu kadar da ticari düşünerek olmaz ki. Bir yıl sonra sat, 6'ya hatta 5'e sat. Satamazsan bir Süper Lig takımı bulursun 4-5 milyon Euro verecek.
Geçen yıl gelenlerin neredeyse hepsi satılıyor. Elano'yu da muhtemelen satıcaklar, ki en mantıklısı o. Hatta devre arasında gelenlerden de bir tek Neill kaldı. Bu transfer politikasını anlamakta zorlanıyorum. Jo ve Dos Santos kalsın demiyorum, hiçbiri için tek başına illa kalması lazım denemez belki, Ama bir tutarlılı, bir politika gerekir. Keita geçen yıl bence takıma en çok faydası dokunan isimdi. En önce onu gönderdiler. Üstelik sağ kanattaki diğer alternatif Uğur'u da Ankargücü'ne verdiler, sağ kanat forvet gibi oynayabilen Dos Santos'u da almayacaklarını açıkladılar!

Keita, geçen yıl 27 lig 11 Avrupa kupası maçında oynadı, 5 gol ligde, 5 gol de Avrupa'da attı. 1 maç da kupada oynadı. 

5 Temmuz 2010

Dünya Kupası yarı final

Geldik yarı finale. Final için mantığım Hollanda - Almanya diyor. Ama Uruguay - İspanya çok daha güzel bir final maçı olabilir. Geçenlerde NTVSpor'daki belgeselde, eski bir Hollanda - Almanya fnali izledim. Maç başlamadan korner direklerini takmayı unutmuşlar, son anda biri hatırladı da direkler geldi ve takıldı. Maça Hollanda başladı, 10-15 pas yaptıktan sonra Cruyff'u içeri soktular ve Alman futbolcular daha topa dokunamadan penaltı oldu, Neeskens de golü attı. Ama maçı Almanya 2-1 kazandı. Babam da maçı zamanında televizyondan izlemiş, sene 1974. Diyor ki, Vogts hem Cruyff'u çok iyi kontrol etmiş, hem de aynı zamanda atağa katılan bir savunmacı olarak öne çıkmış. Hatta oyunu çift yönlü oynama konusunda ilklerden kabul ediliyormuş. Aynı zamanda bu final Total Football anlayışının ortaya çıkmaya başladığı maçlardan birisi olarak kabul ediliyor. Zannedildiği gibi Rijkaard bulmadı bu kavramı!

Bugünkü Alman takımı, total football'u çok iyi uyguluyor. Yenilmeleri zor görünüyor. Özellikle Lahm, Podolski ve Schweinsteiger'i çok beğeniyorum. Mesut da abartıldığı kadar iyi gelmiyor bana, belki Türk diye, ama çok doğru oynuyor. Bu takımın etnik kimliği de bir Alman takımı için ilginç. Serdar ve Mesut Türk, Klose, Podolski ve Krocohowski Polonyalı, Marko Marin Bosnalı, Cacau Brezilyalı, Mario Gomez'in babası İspanyol, Aogo'nunki Nijeryalı, Boateng'inki Ganalı, Ballack'ın ki is Tunuslu. Bu etnik kimlikle, bu kadar doğru futbol oynayıp şampiyon olan bir Almanya da ilginç bir tablo.

Hollanda da Van Persie, Sneijder ve tabii Roben'e hastayım. Bir de Kuyt'un düz ama disiplinli ve mücadeleci futboluna. Bazen müthiş oynayan bir takım Hollanda, 3 dakika içinde işi bitirebilirler. Uruguay da bence çok güzel oynuyor. Çok keyifli oynuyorlar, ve şu ana kadar turnuvanın en iyi sonuçlarını alan birkaç takımından birisi. Henüz gol yemediler. Gerçi Türkiye gibi, nispeten kolay takımlarla oynayıp geldiler ve şimdi ilk defa büyük takımla oynayacaklar. Fransa'yı saymıyoruz tabii.

Uruguay'da futbolcuları daha çok iyi tanıyamadım ama oldum olası bir Forlan aşığıyımdır. İspanya da ilginç bir takım. Müthiş pas yapıyorlar, ve takımda vasat futbolcu göremiyorum. Giderek de iyileşiyorlar gibi geliyor. Almanya her maçı aynı çıkarabilir ama İspanya gibi takımlar zaten oynadıkça güzelleşir.

Gönlüm Uruguay - İspanya finalinden yana, hem ülkelere olan yakınlığım, hem de final maçındaki futbol beklentim açılarından...

13 Haziran 2010

Christoph Daum'un 2. Fenerbahçe macerası

Bir başka hikaye de Fenerbahçe'den. Bu hikayeye herkes daha bir vakıf. Aziz Efendi sezon başında tercihini Daum'dan yana kullandı. Hem kupada, hem de ligde son ana kadar geldiler, ama iki kupayı da kaybettiler. Bence bu sezon Fenerbahçe başarısız sayılmaz. Kupada Trabzon'a finalde yenildiler. Zaten 28 yıllık lanet var, bir de Trabzon'un kendilerine karşı olan hislerini düşününce, bu başarısızlık sayılmaz. Ligde de hem Beşiktaş'ı geçtiler, hem de daha flaş bir teknik direktör ve de daha derinlikli bir kadroya sahip olan Galatasaray'ı geçtiler. Bursaspor sürprizine karşı son maçta kilidi açamadılar.

Ama, ferman kesildi, Daum gönderildi. Bunu bilmeyen yok. Yine de Daum Almanya'dan tuhaf açıklamalar yapıyor. Sanki avukat tavsiyesiyle hazırlanmış sözler; 'Fenerbahçe'deki geleceğim belirsiz' falan gibi tavırlar, 'Ben devam etmek istiyorum' sözlerini de araya serpiştirip, yarın bir gün yargı karşısında kendisini rahatlatacak açıklamalar yayınlanıyor her gün spor gazetelerinde. Halbuki biz biliyoruz ki, kulübün kapısından içeri girmek bile istemiyor.

Meselenin özünde yapılan sözleşmeler var. Konu gayet basit ve açık: Daum ve ekibinin 2'şer yıllık daha sözleşmeleri var. Yapılırken, 'Ne yapın, edin, Daum'u getirin!' talimatı gereğince hazırlanmış, 'gelecek sezona bu adamı yollarsak nasıl yaparız?' sorusunun cevabı hiç düşünülmemiş sözleşmeler... Neredeyse her yıl teknik direktör değiştiren bir takımda bu sorunun cevabı nasıl düşünülmez?? 10 yılda 11 teknik direktörü bilfiil kendisi değiştiren bir işadamı, en azından 10 yıllık tecrübeden sonra bu hatayı nasıl yapar, ben gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Hatta daha doğrusu, bunların hata olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum. Veya 'onu da o zaman düşünürüz!' mü diyorlar acaba? Aziz Yıldırım şirketini bu kafayla yönetmiş olsa, bu kadar zengin olabilir miydi? Kim kimin parasını çarçur ediyor, bunlara iyi bakmak lazım. İşte Fenerbahçelilerin çok sevdiği büyük başkanın Daum ve ekibiyle yaptığı sözleşmelerin yıllık bedelleri:

- Christoph Daum 3.2 milyon Euro 
- Ronald Koch 600 bin Euro 
- Gehrke : 300 bin Euro 
- Ayhan Tumani: 100 bin Euro 
- Marcel Daum: 100 bin Euro (Daum'un oğlu!)
- Toplam: 4,3 milyon Euro


Hepsinin sözleşmeleri 3'er yıllık, 1 yılı geçti, 2 yıllık alacakları var. Toplam alacakları para 8,6 milyon Euro. Bunu kuruşuna kadar da almadan kimsenin bir yere gitmeye niyeti yok. Neymiş? Fenerbahçe kurumsallaşıyormuş. Hangi kurumsallık bu anlayışı kaldırır? Neymiş Fenerbahçe gelirlerini arttırmış? Evet doğru, yatak örtüsünden köpeğinin evine kadar Feneriumlarda ne varsa alan bir dünya Fenerli var, ama taraftarın şunu da anlaması lazım ki, parayı bu kadar kötü harcarsanız, ne kadar çok kazandığınızın fazlaca bir önemi olmaz. Neymiş? büyük başkanmış, masaya yumruğunu vuruyormuş! Hadi bakalım, Daum orada, sözleşmeler masada....

Yeri gelmişken, 
Ahmet Çakar'ın bir skeçini hatırladım; Aragones'le Del Bosque, İspanya'da böyle pahalı bir kulübün lokalinde konyaklarını yudumluyorlar. 
Del B - Ya ne acaip yerdi orası, gittik, başkan şöyle dedi....
Aragones - Evet ya, ben de şunları şunları....
Del B - Neyse, sen paranı aldın mı, paranı?
Aragones - Aldım yav, aldım tabii, 8 milyon!
Del B - Şerefe!

8 Haziran 2010

Gordon Schildenfeld'in Beşiktaş macerası

Bence Türkiye'de futbol dünyasının nasıl yönetildiği ve bazı fahiş hataların hayatını ticaret yaparak kazanmış insanların yapabileceğinden daha 'fahiş' olduğunun bir örneği de Gordon Schildenfeld adlı Hırvat futbolcunun Beşiktaş macerasıdır. Hikaye özetle şöyle: Beşiktaş Şubat 2008 Dino Drpiç adlı Hırvat stoperi transfer etti. Birkaç gün sonra, futbolcunun antrenman sonrasında şortunu indirip kameralara kıçını gösterdiği youtube görüntüleri Türkiye'de tıklanma rekorları kırdı. Beşiktaş Kulübü de bu ahlaksız futbolcuyu almamaya karar verdi ve transferden vazgeçti. 

Buraya kadar tamam denebilir. Aslında bu kıç gösterme hareketini Avrupa kültüründe bizdeki kadar ahlaksız kabul edilmediği, 15 yaşında çocukların birbirlerine hakaret amacıyla sokaklarda kıçlarını gösterdikleri veya bir transferin bu kadar basitçe iptal edilmesi veya hatta yapılmasının garipliği gibi konular tartışılabilir. Ama yine de buraya kadar tamam diyelim. Transfer için genelde düşünülen birkaç isim vardır. Kulüpler ilk adayla anlaşılamayınca diğerine yönelirler. Drpiç'ten vazgeçildi ama Beşiktaş kulubünün uzun ve detaylı araştırmalar sonucu belirlediği diğer stoper adayı da, dünyanın başka bir yerinde değil, Drpiç'in yanıbaşındaydı. Evet Beşiktaş'ın aradığı 2 stoper de Dinamo Zagreb'deydi. Veya, Beşiktaş'ın Drpiç'i satan menejerden ve de Dinamo Zagreb kulubünden bir transfer yapma zorunluluğu vardı. Hemen apar topar aynı takımdaki diğer stoper Gordon Schindenfeld transfer edildi. Üstelik onun kıç açma görüntüleri de yoktu. Daha da iyi olmuştu. 

Zaten Sinan Engin de önce Gordon'u istediklerini ama fiyatta anlaşamadıklarını, bu nedenle ikinci tercihleri olan Drpiç'e yöneldiklerini açıkladı. Ama kıç açma görüntüleri ortaya çıkınca, Beşiktaş kesenin ağzını biraz daha açmış olacak ki, ilk tercihlerine geri döndüler! Sinan Engin, çok iyi bir oyuncuyu kadrolarına kattıklarını da daha sonra ekledi. Bu iyi oyuncunun bonservis bedeli 2 milyon Euro'ydu.

5 ay sonra, aynı Beşiktaş yöneticileri Gordon'un yerine Panathinaiokos'dan yine Hırvat Seriç'i transfer ettiler. Aynı Sinan Engin, Gordon'la kıyaslanırsa 'Maradona'yı aldıklarını söyledi! Seriç şimdi nerede ne yapıyor bilmiyorum.  Ama Gordon'u önce Duisburg, sonra da Sturm Graz takımlarına kiraladılar. Kiraladılar derken, yanlış anlaşılmaması için oyuncunun aldığı yıllık ücretin büyük kısmının Beşiktaş tarafından ödenmeye devam ettiğini, ve ayrıca bir kira bedeli de alınmadığını belirtmek gerekir. 

Bu süreçte Gordon'u Dinamo Zagreb'e geri satmaya çalıştılar ama bir anlaşma olmadı. Şimdi Beşiktaş kulübü bu oyuncuyu satmış. Kiralık oynadığı Sturm Graz'a. Bonservis bedeli 500.000 Euro. Daha doğrusu, sözleşmesi gereği 2 yıldır oynamadığı halde Beşiktaş'tan para almaya devam eden, ve hala  500.000 Euro alacağı olan oyuncunun alacağından vazgeçmesi karşılığında. 

Bu transferle Beşiktaş kulübü kadrosundaki yabancı sayısını, yeni düzenlemeyle izin verilen, 10 sayısına düşürmüş oldu. İşte size 10 yabancılı bir büyük Türk külübü! İşte size bir transfer hikayesi.

6 Haziran 2010

Dünya Kupası'nda oynayamayacaklar



Michael Ballack: Almanya Milli Takımı'nın kaptanı, sakatlığı nedeniyle turnuvada oynayamayacak. Ballack, İngiltere Federasyon Kupası finalinde Portsmouth'un Ganalı oyuncusu Kevin-Prince Boateng'in darbesiyle sakatlanmıştı.

Rio Ferdinand: İngiltere Milli Takımı'nın kaptanı Rio Ferdinand da sakatlığı nedeniyle turnuvada oynayamayacak futbolcular arasında yer alıyor. Ferdinand, milli takımının Güney Afrika'daki ilk antrenmanında dizinden sakatlanmış ve turnuvada oynama şansını yitirmişti.
Michael Essien: Gana'nın orta sahasında görev yapan yıldız oyuncu Afrika Kupası sırasında dizinden sakatlanmıştı. Sakatlığı geçmeyen Essien, milli takım kadrosunda yer almıyor.
John Obi Mikel: Nijeryalı orta saha oyuncusu, milli takımının Güney Afrika'daki ilk antrenmanında ayak bileğinden kötü şekilde sakatlandı ve turnuvaya katılamak yıldız oyuncular listesine katıldı.
Lassana Diarra: Midesinden rahatsız olan Fransız oyuncu, daha fazla dinlenmesinin tavsiye edilmesi üzerine milli takımın Güney Afrika kadrosundan çıkartıldı.
David Beckham: İngiltere'nin önemli oyuncularından Beckham, Mart ayında oynadığı maç sırasında aşil tendonunun yırtılması nedeniyle milli takım formasını giyme şansını yitirdi.
Rene Adler: Almanya kalesinin bir numaralı ismi Rene Adler, kaburgasındaki zedelenme nedeniyle Mayıs ayında ameliyat oldu, teknik direktör Joahim Löw'ün 23 kişilik kadrosunda yer bulamadı.
Simon Rolfes: Almanya takımının orta sahasında görev yapan Rolfes, Ocak ayında dizinden ameliyat oldu ve maç eksiği nedeniyle kadroya alınmadı.
Christian Traesch: Almanya Milli Takımı'nda Ballack'ın yerine düşünülen orta saha oyuncusu Traesch, İtalya'da sürdürülen kamp çalışmaları sırasında yapılan dostluk maçında ayak bileğinden sakatlandı ve kadrodan çıkartıldı.
Heiko Westermann: Savunma oyuncusu Westermann, Macaristan'la yapılan hazırlık maçında ayağından sakatlandı ve turnuvada oynayamayacak bir diğer Alman futbolcu oldu.
Miroslav Karhan: Slovakya'nın en çok milli formayı giyen oyuncusu unvanına sahip olan Karhan, ayağındaki sakatlık nedeniyle turnuvada oynayamayacak.
Didier Drogba: Fildişi Sahili'nin yıldız oyuncusu Drogba, cuma günü Japonya ile yapılan hazırlık maçında dirseğinden sakatlandı. İsviçre'de başarılı bir ameliyat geçiren futbolcunun Dünya Kupası'nda oynayıp oynamayacağı halen bilinmiyor.
Arjen Robben: Hollandalı kanat oyuncusu, dün Macaristan ile yapılan hazırlık maçında diz bölgesinden sakatlandı.Futbolcunun kesin durumu bugün belli olacak.
Andrea Pirlo: İtalya Milli Takımı'nın orta saha oyuncusu, Meksika ile Perşembe günü oynanan hazırlık maçında baldırından sakatlandı. Paraguay ile yapılacak ilk maçta forma giyemeyecek Pirlo'nun tüm turnuvayı kaçırması büyük ihtimal.
Harry Kewell: Sakatlığı nedeniyle uzun süredir forma giyemeyen Avustralyalı futbolcunun Güney Afrika'da oynayıp oynayamayacağı henüz açıklık kazanmadı.
Tim Brown: Yeni Zelanda takımının ikinci kaptanı Tim Brown, Avustralya ile geçen ay yapılan hazırlık maçında omuzundan sakatlandı ve ardından ameliyat oldu. Futbolcunun durumu halen belirsiz.
Humberto Suazo: Şili'nin hücumdaki en büyük silahı olan futbolcu, sakatlığı nedeniyle Honduras ile yapılacak ilk maçta forma giyemeyecek. Futbolcunun ikinci maça da yetişmesinin zor olduğu açıklanmıştı.

anketler

Bizim ligimiz teknik direktör değiştirme konusunda bir gariptir. Sezon daha başlamadan teknik direktörünü değiştirenler çıkar, ilk 3 haftayı geçiremeyen hocalar olur. Sonra büyük takımlarda bakarsınız 5., 6. haftalarda hocayı gönderme yaygaraları başlar. 3. hafta bir takımdan kovulan bir teknik direktör, diyelim 12. hafta başka bir takımdaki meslektaşının yerine göreve başlar. Lig sonuna gelindiğinde bakarsınız, sezon başından beri hocasını değiştirmeyen takım sayısı bir elin parmakları kadar. Sonra bakarsınız, büyük takımın sezon ortası kovduğu hoca, 1 yıl sonra bütçesi 5'te 1'i kadar bile olmayan takımı şampiyon yapar. 


Bu nedenlerle en zevkli anket konularından birisi hep teknik direktörler olmuştur. Sezona 'Önce kim gider?' anketiyle başladık, Fatih Terim anketimizde öndeyken istifa etti. Güncellenen ankette bu sefer Hugo Broos yine öndeyken istifa etti. Sonra da gitti, 'cehennemden kendimi zor kurtardım' şeklinde açıklamalar yaptı:) Şimdi artık sezon sonu, buna rağmen anketmizde %40 oy ile ilk önce gitme adayı olarak gösterilen Mustafa Denizli de istifa etti. Böylece 3'te 3 yapmış olduk. 

Şimdi dünya kupası için ara verip sezon başında tekrar başlarız diyoruz. Sayın hocalar, sizler de lütfen en azından sezon başına kadar dayanın!

17 Mayıs 2010

Bursa'ya tebrik, Fener'e gülümseme

Bugün tum türkiye bursalı gibi. Onun için herkesi tebrik ediyorum. Türk futbolunda bir şeylerin değişmesi adına önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Mesele herhangi bir takımın ilk defa şampiyon olmasından çok farklıdır. 

Ertuğrul Sağlam'ı da anmadan geçmemek lazım. Pennsylvania cemaatinin bir üyesi olduğu bilindiği için kendisinden çok hoşlanmıyorum ama başarılı olduğunu vurgulamak lazım. Beşiktaşlılar kına yaksınlar, bence ligin en başarılı antrenörünü gönderdiler. Çok önemli bir özelliği var, iri konuşmalardan kaçınıyor ve basınla fazla yüz göz olmuyor. Bu sayede Türkiye'de ayakta kalma süresi biraz daha uzuyor. 

Fenerbahçeli kardeşlerimize de geçmiş olsun diyorum. Hakkaten büyük azap, fenerli olmak. Bence kupa lanetine bir de son haftaya kalan şampiyonluk laneti eklendi. Maç çok ilginç oldu, ben trabzonun gölüyle izlemeye başladım maçı, tam geldim, gol oldu. (Tabii oradan da kendime bir pay çıkarttım) Golden önce de 3 tane falan net pozisyonu varmış fenerin. Maçın kalan kısmında da bastı da bastı, ama atamadı. Onur kalede devleşti, Galatasaray maçında da böyle olmuştu. Fenerbahçeli oyuncular da büyük bir stres ve baskı vardı, sanırım gol biraz da bundan gelmedi. Alex bile kalecinin üzerine nişanladı. 

Ama ben olaya şöyle de bakıyorum. Herkes Bursaspor şampiyon olsun istedi. Fenerli olmayan herkes, hatta Fenerli olanların bile küçük bir kısmı istedi. Sanki bu enerji biraz da korudu Trabzon kalesini. Aslında Fenerlilerin alması gereken ders bu olmalı. Türkiye'de herkes biraz Fenerbahçe düşmanı, ya da nefret ediyor Fenerbahçe'den.  En antipatik takım anketlerinde hep en önde gidiyor Fenerbahçe. Bunun tek gerekçesi de 'meyve veren ağaç taşlanır' olamaz, ortalıkta sepet dolusu meyve de yok zaten.

Fenerliler biraz bunun nedenlerini düşünmeli bence. Bir de tabii aziz yıldırım denilen şahıs ve temsil ettiği başkan profilinden bizi biraz kurtarmalı. 


14 Mayıs 2010

Fenerbahçe 18 - Galatasaray 1

2009 - 2010 sezonunda, ezeli rekabete tüm branşlarda Fenerbahçe'nin ezici üstünlüğü damga vurdu. A takımlar seviyesinde yapılan 19 maçın 18'ini kazanan Fenerbahçe karşısında Galatasaray'ın tek galibiyetini bayanlar basketbolda Teknosa Türkiye Kupası finalinde alabilmiş. Bir de 'Cemal Nalga' maçı var, erkeklerde Galatasaray ilk maçı kazanmış ama sonra hükmen mağlup ilan edilmiştir. Voleybolda durum 9-0. Hatta erkeklerde toplam 7 maçta Galatasaray voleybol takımı sadece 1 set alabilmiş. Genelde bayanlar basketbolda açık ara önde olan, voleybolda da başabaş seviyede olan Galatasaray için çok can sıkıcı ve düşündürücü bir tablo. düşünen varsa tabii..

Futbol: 
Fenerbahçe-Galatasaray: 3 - 1 (Turkcell Süper Lig)
Galatasaray-Fenerbahçe: 0 - 1 (Turkcell Süper Lig)

Basketbol Erkekler: 
Galatasaray Cafe Crown-Fenerbahçe Ülker: 0-20 (Beko Basketbol Ligi)
Fenerbahçe Ülker-Galatasaray Cafe Crown: 81-77(Beko Basketbol Ligi)

Basketbol Bayanlar: 
Galatasaray-Fenerbahçe: 77-84 (TBBL)
Fenerbahçe-Galatasaray: 76-62 (TBBL)
Galatasaray-Fenerbahçe: 57-55 (Türkiye Kupası finali)
Fenerbahçe-Galatasaray: 57-51 (TBBL play off final serisi)
Fenerbahçe-Galatasaray: 61-56 (TBBL play off final serisi)
Galatasaray-Fenerbahçe: 78-82 (TBBL play off final serisi)

Voleybol Bayanlar: 
Fenerbahçe Acıbadem-Galatasaray: 3 - 0 (Aroma 1. Ligi)
Galatasaray-Fenerbahçe Acıbadem: 0 - 3 (Aroma 1. Ligi)
Galatasaray-Fenerbahçe Acıbadem: 0 - 3 (Türkiye Kupası)
Fenerbahçe Acıbadem-Galatasaray: 3 - 1 (Türkiye Kupası)
Fenerbahçe Acıbadem-Galatasaray: 3 - 0 (Aroma 1. Lig Play off)
Galatasaray-Fenerbahçe Acıbadem: 0 - 3 (Aroma 1. Lig Play off)
Galatasaray-Fenerbahçe Acıbadem: 0 - 3 (Aroma 1. Lig Play off)

Voleybol Erkekler: 
Fenerbahçe-Galatasaray: 3 - 2 (Aroma 1. Ligi)
Galatasaray-Fenerbahçe: 1 - 3 (Aroma 1. Ligi) 

Galatasaray pazarlama stratejisini düzeltiyor mu?

UEFA Kupası ve Süper Kupa'yı kaldırıp, batmanın eşiğine gelen Galatasaray, son 2 yılda pazarlama konusunda doğru hamleler atmaya başladı. Fenerbahçe'nin hiçbir ciddi futbol başarısı olmamasına rağmen, Avrupa'yı sallayan Galatasaray'ın satış gelirlerini sallaması, sarı kırmızılı yöneticileri bu işleri adam gibi düşünüp uygulamaya itti. Bu yıl sanki ilke defa işi tersine çevirmişler.

Avrupa'da taraftar kartı satışı, mobil hat satışı ve kredi kartı kullanımı gibi konularda Fenerbahçe'nin önüne geçen Galatasaray, forma ve konfeksiyon satışı konusunda da açık ara önde giden rakibini yakalamak için büyük gayret sarf ediyor. Galatasaray Pazarlama A. Ş. YK Başkanı Celal Özgörkey'in açıklamasına göre geçen yıl ve bu yıl futbolda alınan başarısız sonuçlara rağmen, ciro 2 yılda 2 katına çıktı. Yeni hazırlanan 2010 yaz kolleksiyonu toplam 500 parça ürünle dünyanın pazarlama devi kulüplerinde bile olmayan ürün çeşitliliği sunuyor.

Dünya Kupası yaklaşırken... - 1

Yine kısa kısa...

Türkiye Nerede? - İnsan bu soruyu sormadan edemiyor. Şimdi Türkiye'nin futbol düzeyine bakalım, Avrupa'nın en iyi ligleri içinde ikinci 5'lik grupta sayılıyor. Muhtemelen 6 ile 8 arasında oynuyor ligimiz. Seyirci sayılarında sanırım biraz daha geriye düşüyoruz, 10. gibi. Futbol ekonomisinin çapını değerlendirirsek, herhalde Fransa'dan sonra 6. sırada gelir Türkiye. Belki Rusya zorlayabilir son yıllarda. Seviye olarak bakarsak, Hollanda Ligi'nden, Portekiz Ligi'nden falan yukarıdadır Ligimiz. Türk futbolu dünya sıralamasında sürekli 10-30 arası bir yerde, Avrupa'da ise 5-15 arası sıralarda yer alıyor. İnsanların futbola ilgisi açısından bakarsak dünyada ilk sıralarda yer alırız muhtemelen. Hani şimdi dünya kupasında olsak, en renkli takımlardan birisi oalcağımız kesin.

İşte bu Türkiye, dunya kupası finallerinde yok. İspanya ve Bosna'lı gruptan ikinci olmayı becerip çıkamadığımız için. Bu takımı, bu futbol ülkesini dünya kupasına götürmemek de büyük günah olmalı ve bunun vebali de en büyük ölçüde teknik direktörümüz Fatih Terim'e ait. Belki biraz da saçma sapan turkuaz formaya:)

Arjantin'in forveti - Maradona aday kadroyu açıklamış. Deli adam yine bir sürpriz yapmış, mevkilerinde bence dünyanın en iyilerinden olan Cambiasso'yla Zanetti'yi kadroya almamış. Benim dikkatimi çeken ise forvet hattı oldu. Bu nasıl bir forvet kadrosu kardeşim?

Lionel Messi (Barcelona), Sergio Aguero (Atletico Madrid), Carlos Tevez (Manchester City), Ezequiel Lavezzi (Napoli), Diego Milito (Inter Milan), Lisandro Lopez (Olympique Lyon), Eduardo Salvio (Lanus), Martin Palermo (Boca Juniors)




Brezilya'dan 3 takım - Brezilya'da 3 takım çıkarıp anket yapmışlar, Dunga'nın çağırdığı kadro, Dunga'nın daha önce çağırdığı ama başarılı olamayan futbolcular, bir de Dunga'nın hiç çağırmadığı oyuncular. Alex ve Christian  da 3. kadrodalar. Anketi bu son kadro önde kapatmış. Davulun sesi uzaktan hoş gelir...