28 Mart 2010

Derbi anlam kazandı!

Geçen hafta sonunda Bursaspor büyük bir avantaj yakalamış, Galatasaray ve Fenerbahçe bu sefer gerçekten yarıştan kopmuş gibiydiler. Bursaspor, Denizli ve Büyükşehir maçlarından kazasız çıkarsa ... Ama çıkamadı. Bence bu takılma önemli bir takılma olabilir. Her şey yolunda giderken ve camia ilk defa gerçekten şampiyonluk havasına girmişken yıpratıcı olabilir. Yıpratıcı olması da Bursaspor'lu futbolcular ve teknik ekibin profesyonellik ve baskıyı kaldırma kapasitelerine bağlı.
Büyükşehir maçı bir anda Galatasaray'ı motive etti, efsane başkanın vefatı da futbolcular üzerinde başka bir hava yaratabilir. Bir anda yine her şey değişti. Sönük yaklaşan derbi anlam kazandı. Fenerbahçe için de bir ümit ışığı doğurdu. Hatta Beşiktaş da ellerini ovuşturmaya devam ediyor. Ama Galatasaray takımı, form durumu ve motivasyon açılarından daha avantajlı görünüyor. Sakatlar da Kewell dışında iyileşti. Uzun süredir ilk defa, Rijkaard birçok mevkide futbolcu seçebilme keyfini yaşıyor. Bir de Ali Sami Yen avantajı var. Ama Galatasaray son yıllarda çok avantajlı göründüğü derbilerde hep çok sıkıntı çekti.

25 Mart 2010

Özhan Başkan


Haftasonunda oynanacak ikincilik üçüncülük maçıyla ilgili bloga bir şeyler yazayım derken geldi Özhan Canaydın'ın ölüm haberi. Ve başlarım maçına da derbisine de noktasındayım Pazartesi'den beri. Özhan Başkan gibiler olmadan bu maçların ne anlamı var ki?

Ve Galatasaraylılar sevmediler bu adamı! Yaşarkenden bahsediyorum, yoksa şimdi hepsi arkasından methiyeler düzüp gözyaşı döküyorlar. Başkanlıktan ayrılmasa Galatasaray'ı bırakacak olan arkadaşlarım vardı. Neden? Çünkü futbol endüstrisinin yeni çarklarına başkaldırarak, rakibini alkışladı tarihi bir fark yediği maçta. Çünkü işini yaparken kendini öv(dür)me huyu yoktu, çünkü beyefendiydi, çünkü sportif başarı adı altında gelip geçici zaferler yerine, kurumsal kalkınmaya inanmış ve bu doğrultuda çalışmaktaydı, çünkü adam gibi adamdı.

6 sene başkanlık yaptığı Galatasaray'a iki lig şampiyonluğu, bir türkiye kupası kazandırmış ve beklentileri karşılayamamış. Ama bu ne beklediğini bilmeyen güruh bilir mi ki Avrupa kupası maçlarına borç para bulup giden bir kulüp, bugün dört aylık transferlere nasıl milyon dolarlar harcayabilmektedir? Borç batağında yüzen ve batması an meselesi olan koca bir kulüp bugün nasıl Türkiye'nin en modern stadını yaptırabilmektedir?

Taraftarlık maçtan maça stada gidip bağırmak, başarıda sevinmek, başarısızlıkta üzülmek değildir sadece. Taraftarlık, kulübün çıkarlarını ve değerlerini koruyanların kendi çapında kollanmasıdır da aynı zamanda. Hatta öbüründen çok budur. Maçlarda yuhalanmadığı mı, aleyhine pankart açılmadığı mı kaldı rahmetlinin, sözde Galatasaray taraftarlarınca. Ama o, hayatını (pankreasını) verdi bu işe, sözlük anlamıyla. Yine de ölene kadar sevilmedi sesi çok çıkan sportif başarıcı zevat tarafından. Onlar adına ben özür dilerim senden Özhan Başkan!

Ama en azından şimdi konuşmalı gerçek Galatasaray taraftarı. En kısa zamanda, bu haftasonu! Alkışlarla yolladıktan sonra büyük başkanı, bir alkış da ezeli rakibine göndermeli. Babalarımızdan dinlediğimiz ve yalan olduğuna yavaştan inanmaya başladığımız centilmenlik örneklerinin hatıralardan silinmesini engellemek lazım. Çünkü biz artık derbi maçı bir dayak fırsatı, aşağılama platformu, kaba kuvvet gösterisi aracı sanmaya başladık iyiden iyiye.

Centilmenlik abidesi bir adam, tam da derbi haftasının başında ölüyor. Ölümü bile centilmenlik ruhunu geri kazanmak için bir fırsat olabilir. İşaretleri dün akşamki Fenerbahçe - Manisaspor maçında vardı. Sekiz sene önce o stadyumda aldıkları alkışlarını dün ezeli rakip başkanına iade etti Fenerbahçe taraftarı. Büyük bir içtenlik ve saygıyla. Kimse organize etmemişti bu alkış tufanını. Bir iki taraftar başladı önce, sonra bütün stad bir türlü söylemek istediklerini söyleyemeyen bir insanın patlaması gibi patladı. Uzun zaman sonra bir kez daha Fenerbahçe taraftarı olduğum için gurur duydum.

Haftasonu, en çok bir ikincilik üçüncülük maçı oynanacak ama, Özhan Başkan'ın maneviyatı sebebiyle büyük bir maç olacak. Galatasaraylı arkadaşlarımın da Galatasaraylılık'larıyla gurur duyacakları bir maç dileğiyle ve dün akşam Saraçoğlu'nda açılan pankarta en içten duygularımla katılarak: "Mekanın cennet olsun centilmen başkan!"

18 Mart 2010

sen hoze morinyo!


ne kadar büyük bir teknik direktör olduğunu chelsea karşısında bir kez daha gösterdi dosta düşmana. gerçi düşmanı çok ama, onlar bile teknik direktörlük dehasını için için takdir ediyorlardır bana kalırsa. salı gecesi, star tv sağolsun gecenin bi yarısında, gözlerim yaşardı. şu herif fener'imin başında olsa neler olurdu diye düşündüm.

ilk maçta ezildiği takıma karşı deplasmanda, önde olmanın getirdiği o en derinden rahatsız edici rahatlığı unutarak, üç forvetle çıktı, maçın sonuna kadar da üç forvetle oynadı. eto'o, milito ve pandev 75 dakika oynadılar, 75'te pandev'in yerine stankovic girdi, o da forvet oynadı.

zaten hiç anlamam, forvet azaltıp defans alarak nasıl daha kontrollü olunur? forvetin azsa, karşı takım senin kalene daha kolay gelir, senin fazla defansın halihazırda gelmiş rakibi savuşturmaya çalışır. e gelmeseler daha iyi değil mi? getirmemek için ileride çok adamla basmak lazım, tabi bir de mangal gibi yürek.

daum denizlispor'a karşı bile 1-0 öne geçse forvet çıkarır, defans alır, mourinho chelsea'ye karşı deplasmana avantajlı gitse bile forvet alır. aralarındaki fark bu yüzden dağlar kadardır. inter'i mevcut kadrosuyla daum'a ver, italyan ligini ilk dörtte bitiremez. mourinho'ya mevcut kadrosuyla fener'i ver (allah söyletti!), şampiyonlar ligi'nde çeyrek final oynatır. (ertesi sene aziz yıldırım bir şekilde tehdit olarak algılayıp kovar gerçi kendisini...)

15 Mart 2010

n'olacak şu fener'in hali?


alternatif yazı başlığım, bir arkadaşımın önerisiyle "140 lira verdim!" şeklindeydi, ama editör bunu seçti...

cumartesi akşamı, fenerliyim diyen ama henüz maça gitmemiş 8 yaşındaki yeğenimi de aldım, bizim takımın gençler maçına gittim. çocuk görsün fenerbahçe maçı nasıl bir şey, bu takım nasıl büyük bir takım, taraftarı ne kadar çok, fenerbahçe nasıl güzel futbol oynuyor, vs...

bir kere, maça zamanında girmek mümkün değil, kilometrelerce kuyruk, o kuyruğun başında benim zor sığdığım bir turnike, biletten turnikeye barkod okutuluyor ve bir gorevlinin kaba kuvvetinin de yardımıyla turnike dönüyor. (bir de dönmese, o an bozulsa filan, kim bilir neler olur!). 2010 tc başkenti!

neyse maçın başlangıç düdüğünü içeriye girer girmez duyduk. ilk 2-3 dakika yer bulmak için nafile arayışlarla geçtikten sonra, benim arkamda kalan kuyruğu ve içeri girmekte olan binleri de düşününce, aslında insanların yürümesi için tasarlanmış merdivenlerin köşesine kıvrılıverdik. Efe, yok mu oturacak bir yer diye sordu, yok dedim, niye ki para verdik dedi, türkiye burası hayatım dedim, verdiğin parayı haram ettirmeden rahat etmezler (içimden).

daha onuncu dakika mıydı neydi, tam gözümüzün önünde, vederson karşı takımdan bi adamın (kusura bakmasın o kalabalıkta (tribünün kalabalığından bahsediyorum) adını göremedim) dizine bir taban, adam yerlerde kıvranıyor. geçen hafta alex'in yaptığı hareketin iki katı, kart yok. efe'den yorum: tv'den izlemek daha iyi sanırım, buradan pek görünmüyor. yok çocuğum, çıplak göz gibisi yoktur, kırmızı kartlık pozisyon hakem atladı...

sonrasında da anlatacak bir şey yok, gene sarı/kırmızı kartlık pozisyonlar, atlayan hakem. hele gökhan gönül'e arkadan dalan arkadaşa kırmızı göstermediyse, artık kırmızıyı kimseye gösteremez bu hakem...

son beş dakika: "fener gol gol gol, şampiyonluk gidiyor" tezahüratı, bunu duyan oyuncularda hafif bir kıpırdanma (söylemeden anlayamıyorlar), bir direk, bir pozisyon ama nafile: 0 - 0! ve hakikaten 0! böyle maç mı olur!?

gel de efe'yi bir daha maça götür. 3 saat ayakta bekle, çekirdek yemekten dilin şişsin, izlediğin futbola bak! yazıklar olsun! 140 lira verdim be!

9 Mart 2010

lütfen emre!

bu sene bir acaip oynuyor. sene başından beri müthiş bir form grafiği yakalamış durumda. her yerde o var. takım iyiymiş kötüymüş hiç farketmiyor da onun için, sürekli iyi oynuyor.

bence şu an itibariyle en formda türk oyuncu, hatta süper ligde daha iyi ve daha uzun bir performans olmadı bu sene. fenerbahçe'ye transfer olduğunda taraftarın şüpheyle baktığı bir isimken, artık taraftarın sevgilisi. sivas maçından lille maçına, bu sene onu izlediğim her maçta mest etti beni.

ama! nasıl olur da bir insan bu kadar sinirli olabilir? motivasyon aracı bu mudur yoksa? başka türlü bir ruh haliyle bu kadar iyi oynayamaz mı? ya da taraftarı bu kadar arkasına alamayacağını mı hissediyor acaba daha az sinirli olursa?

bana kalırsa, iyi hazırlanamadan başladığı son bir buçuk sezondan kalma bir alışkanlık bu ve acilen bırakmalı. insan iyi oynayamadığı, geride kaldığını hissettiği, bazı şeyleri ispatlamak zorunda kaldığı (fenerbahçelilik gibi) zamanlarda sinirlenir. hem çok antipatik, hem kendisi açısından çok yorucu, hem taraftar açısından çok yorucu, hem de takım için büyük risk bu davranışları. e artık iyi oynuyor, fenerbahçeliliğini ispatlamak zorunda değil, takımın en göz önündeki futbolcusu. bu durumda sinirin artık yerini ağabeylik, büyüklük, centilmenlik, efendilik, vs. gibi erdemlere bırakması lazım. lütfen emre!

bir de artık biraz kilo ver! antalya maçında basıp aldın, verkaçlarla ilerledin, bir de çalım atıp kaleciyle karşı karşıya kaldın, 5 kilo az olsan golü de atardın bana inan!

4 Mart 2010

türkiye - honduras

coğrafi bilgilerimizi tazeledik: nüfusları 7 milyon, orta amerika'nın en büyük ülkesi, komşuları el salvador, nikaragua, guetamala; puro, balık, orman ürünleri başlıca geçim kaynakları...

bunun dışında bir işe yaramadı dünki maç. dört ay bekledikten sonra tam sevgilisine kavuşmayı beklerken, sevgilisinin "ben bi afrika yapıp geliyim, kafayı dağıtıyım"demesiyle saf gibi beklemeye devam eden, gelene kadar oyalanacak işler yaratmaya çalışan "arkada kalan" gibiydik. hiddink gelene kadar da bu böyle olacak: oyalanacağız. bizi bir kaç ay başkalarıyla aldatacak ama, seven insan affeder. bir de, affetmekten başka şansı olmayan insan affeder...

bu maç neden yapıldı? hazır honduras milli takımı antalya'da kamptayken bi maç edelim mi dediler? (bu arada güney afrika havası kupa zamanı şimdiki antalya havasına benzeyecekse işimiz var. bizim yok tabi katılan ülkelerin işi var!) yoksa honduras'la maç yapma şansı ayağımıza kadar gelmişken kaçırmayalım mı dediler? emre'ye kaptanlığı geri verelim, bunun için bir maç ayarlayalım mı dediler? oğuz çetin'in takımını da bir görelim mi dediler? hiddink'i kıskandıralım, fildişi sahili'ne yeterince konsantre olamasın diye mi düşündüler? açıkçası anlaşılır gibi değil.

oğuz çetin'in takımı, şu an itibariyle mevkilerinde en iyi görünen oyuncuların oyunda kaldığı, bir sonraki iyilerin yedekte olduğu bir takım. kamuoyunda bir anket yapın, bu takım çıkar zaten. e bu takımın da ne oynayacağını az çok herkes bilir. ben bir sürpriz görmedim. ne gençleri denemek gibi, ne yeni taktik varyasyonları görmek gibi, ne bir gökdeniz-tekke-toraman açılımı yapmak gibi, ne de yeni harhangi başka bir durumu test etmek gibi bir kaygı yoktu. maç kazanılsın, garanti olsun, durup dururken gereksiz eleştirilere hedef olunmasın, vs. oğuz anlaşılan hiddink sonrasına hazırlanıyor...

peki esas adam ağustos'ta geldiğinde sil baştan yaparsa? herhalde yapmayacaktır. e o zaman bundan sonra bizim milli takım, oğuz çetin'in honduras maçına çıkardığı takım mı olacaktır? o zaman oğuz devam etseydi? yok canım, kendileri takımın başına geçtiğinde müthiş zeka parıltıları gösterecek ve aynı kadro da olsa, bambaşka oynatacaktır takımı. hadi canım!

eylül'de gazozuna olmayan maçlar başlıyor. bizim teknik direktör ağustos'ta işe başlıyor. (ceplerinden para dökülen, kafasında tüylü şapkasıyla bir gün köyüne çıkagelen alamancı geldi gözümün önüne) demek ki en azından ilk gazozuna olmayan maçları oğuz'un kadro oynayacak. e ama işte oğuz'un kadro zaten bildik kadro, yeni bir şey yok. o zaman demek ki, ilk resmi maçlarda da yeni bir şey olmayacak. fatih terim bir yıl daha görevde kalıyor diyebilirsiniz.

böyle şey mi olur ya, mantıksızlığı anlatmaya çalışırken bile zorlanıyorum. bu kadar bekledikten sonra bunu mu reva gördü bize federasyon? ayıptır. kendi cebinin keyfine ağustos'a kadar orada burada gezecek birinden başka adam mı yoktu? ertuğrul sağlam'a gel desen, 3 ay önce göreve başlatsan, böyle mi olurdu dünki honduras maçı? ya da mayıs'ta başlayacak olan amerika turnesi şimdiden gereksizliğe ve amaçsızlığa aday değil mi? mehmet özdilek, trapattoni, bülent uygun, ertuğrul sağlam, daum (!), vs, vs. Göreve hemen başlayacak biri seçilse, böyle mi olurdu?

dünki takımı ben de yapar, dünkinden daha güzel oynatırdım. oyalanacağız diye gereksiz yorgunluklara, sakatlıklara davetiye çıkarmayı, bir de üztüne tatmin olmayı anlamıyorum.

umarım hiddink geldiğinde bütün bu kaygıları yok edecek davranışlarda bulunur, başarılar kazanır. çünkü daha gelmeden büyük eleştirilere maruz kalıyor, kalacak. işi çok zor...

3 Mart 2010

velez - boca

şahane maç oldu!

gecenin bi yarısı kalkamadım başından. sonuç: 4-4! utanmadan da diyeceğim: hakkaten 4-4'lük maç...

velez'den santiago silva, maximiliano moralez, victor zapata; boca'dan gary medel, luciano monzon, her zamanki juan riquelme ve martin palermo dikkatimi çekti...

dünyanın öbür ucunda ne futbol oynanıyo be!

2 Mart 2010

8001050F


O kadar motive ve inanmıştık ki, akşam buluşmadan önce ortağın pantolonunu satın aldığı yerden değiştirecek olması bile zaman kaybı gibi gelmişti. Oysa ki, bizim takımın düşmanı sony, meğer öyle bir oyun oynamış ki, karşı takımın da yardımlarıyla sanırım, dün gece maç yapmak nasip olmadı. i.ne federasyon!


4 koca adam, evini, işini, çoluğunu, çocuğunu evde bırakmış, modern dünyanın getirdiği bütün zorlukları unutmuş ve en büyük nimetine akmış, nasıl orta yapacak, nasıl doksana çakacak, onun hesabını yapmaktaydı ki, 8001050F hatası sebebiyle, dünya üzerindeki bütün ps'çiler gibi apışıp kaldı. aslında birbirlerini tanımak için iyi bir fırsattı ve yıllardır maç yapmaktan birbirlerine hal hatır soracak (bazen çalan kapıyı açacak) vakit bulamamışlardı fakat gene de vakti olayı çözmeye, internetten takibe, ankara genelindeki ps cafelerle telefon teatisine falan ayırdılar.


ilk cafe sahibi, muhtemelen kendi film senaryosu olan ve olay ortaya çıkmadan çok önce kafasında kurguladığı 10 milyon dolar hikayesini anlattı. ünlü bir hacker çeşitli hesapları kırmış ve geri vermek için 10 milyon dolar istiyormuş. bir de "pazarlıklar devam ediyor!" - e abi sen bi önayak olsan, su an madur olan ve maç yapamayan bir milyon kişiyle irtibata geçsen, onar dolar atardık be abi! -siz beni yarım saate yeniden arayın! (derneksizliğin getirdiği problemler, naaparsın!)


ikincisi dünyadan bihaber, hafiften telefonda karşı takım oyuncusuna yazıyor. üçüncüsü aletleri internete hiç bağlamamış, aslan gibi çalışıyor makineler: -buyrun abi gelin burada oynayın. aslında fena fikir diil ama, akılları durduran soruna her an çözüm gelecekmiş gibi bir hava var.


internette uçuşan çözüm metodları, yok pilini çıkarın, yok internet bağlantısını kestikten sonra kapatıp açın, yok oyun cdsini göbeenizde sildikten sonra tekrar deneyin felan. biz de kendi çözümümüz olan ve konjonktürel anlamda siyasete girmek için ilk adım olarak kullanacağımız (başbakanlık garanti gibi, biz eski gömleği çıkardık oldu bitti deriz...) 3 kulfuvallah bir fatiha dan sonra makineyi açma metodunu denedik ama o bile düzeltemedi allahsız sonyleri!


burada detayına girmenin sıkıcı olacağı elli ayrı metodu da denedikten sonra, karşı takımın futbol ilahlarının yanında değil artık kucağında olduğuna kesin kanaat getirerek ve geceyi maçsız ve tatsız kapatarak, bi kokoreç bi bira çaktıktan sonra evlerin yolu tutuldu.


-lan bi maç bile yapamadık yaa şeklinde bizim mahallede yürürken, baktım bi ps3 dükkanı, toplamış arkadaşlarını aynen bizim gibi 2'ye 2 maç ediyo, girdim içeri, usta dedim, biz yapamadık şişti ellerimiz, sizi görünce kıskandım, nasıl oynamayı başardınız? yok internete hiç bağlamamışlar da bilmem ne. yalan! resmen satıştaki kutulardan birini açmışlar, yeni makineyle oynuyorlar. -gel abi dedi dükkanın sahibi, madem kıskandın, 20 liraya benim yerime oyna. dedim yok çiftli oynamam eşim yanımda değil, ama en iyinizle bi maç yapıyım, kazanırsam para vermem (kaybedersem de vermem de, şimdilik boşver). hop oturmamla kalkmam bir oldu, ilk yarı: 0-4! (ben away tabi ki) gerisini oynamadım.


dükkandan havalı bi şekilde çıktım, eve vardım, yaşananlara inanamayarak yattım uyudum...

Fenerbahçe Düşmanları

Aradıktan sonra bitmez ki düşman!

Yıllardır aynı hikaye. Sezon öncesi büyük gaz ve motivasyon, saçma sapan transferler, iri laflar, sezon sonuna doğru inen yelkenler, fenerbahçe düşmanları, i.ne federasyon, şahane hakemler...

Sıkılmadılar bu hikayelerden ve esas futbol seyircisi sıkılmadı. Hala gidebiliyorlar bu adamların arkasından, onları destekleyebiliyorlar. Yarın istifa etseler, n'olur bizi bırakmayın diye gösteri yaparlar, o derece...

Şimdi de, sanki takımın futbolu ortada değil, ne oynadığı belli değil, çıkmışlar "Fırat Aydınus" Fenerbahçe düşmanıdır! diye zehir zemberek açıklamalar yapıyorlar. Şahsen artık bu hikayelerden sıkıldığım için pek kulak asmadım ama, dun sony'den fırat aydınus'u aratmayacak hatalar gelince ve pes oynayamayınca, bir kanalda tek tek bütün pozisyonları izlemek zorunda kaldık grup olarak. ve de unutulmasın ki fenerbahçe taraftarıyım. güiza'nın çekildiği pozisyon dışında hakem hepsinde haklı veya haklı sayılabilir. hatta daha önce cristian'ı da atmalıyken, nedense atmıyor ve sarı gösteriyor. gazeteler şöyle yazıyor: "dakika 68, durum 1-1 ve ekrem atılmıyor!" niyeyse söyle yazmıyorlar: "dakika 47, durum 1-1 ve cristian atılmıyor!"

deniz'in golü ofsayt olarak yorumlanabilir, alex'in tekme kırmızı kart olarak yorumlanabilir, belediye'nin ikinci golü ofsayt havası var ama olmayabilir. bunların hepsi hakemin takdiridir, hiç bir şey diyemezsin. ancak adam olsan şunu dersin: "şans yüzümüze baktı da, cristian'a kırmızıyı çakartmadı, rezil olmadık en azından!"

ha bu arada, kasımpaşa'dan koray'ın pozisyonunda da kırmızı yok (you haven't ball, fırat aydınus ingilizcesiyle), son golde keita ofsaytta (bence), ve de emre toraman!!!! bunları da demezsek çatlarız...