9 Ekim 2010

Deutschland, Deutschland, über alles...

Guus Hiddink bu maç ile, gönderilecek teknik direktör yarışında rakipleriyle arayı açmaya başlayan Aykut Kocaman ve Frank Rijkaard'ın hemen arkalarında olduğunu herkese bir kez daha hatırlattı. Takım 3 yediği veya kötü oynadığı için değil, tuhaf kadro bunları yaptığı için. Futbolda iki gerçek vardır: ya genel kabul edilen doğruları yapacaksınız, kazanırsanız ne ala, kaybederseniz çok fazla eleştirilmezsiniz. Olsa olsa yaratıcı olmamakla suçlanırsınız. Ya da yaratıcı olacaksınız, devrimci tercihler yapacaksınız, ama o zaman kaybetmeyeceksiniz. Hadi kaybettiniz, en azından iyi oyunun sinyallerini göstereceksiniz. Yoksa gidersiniz. Mesela, Rijkaard, geçen yılın tüm o başarısızlığına ve hatta bu yılın başlangıcına rağmen hala görevinin başındaysa, bence en önemli neden kariyeri, sözleşmesi vs değil, geçen sezon Fenerbahçe maçına kadar takımın oynadığı futboldur.
Dönelim milli takıma. Öncelikle umutlu futbolseverlere hatırlatmak isterim ki, bu takım dünya kupasına biraz zor gider. Bu grupta birincilik şanşımız çok az. Birkaç ters sonuçla ikincilik bile riske girebilir. Bir de play-off maçları falan, işimiz çok zor. Bu takımla işimiz çok zor. Toplama bir takım gibi top oynuyoruz, futbolcular ne yapacaklarını bilmiyor gibiler sahada. Tabii bunda tuhaf kadro yapısının da etkisi var. Kimse ya oynadığı yerde değil, ya da etrafındakiler oynadıkları kişiler değil. Sabri'nin ne işi var sol bekte? İbrahim Üzülmez oynayamaz mıydı? Kötü bir gününde olan ve fiziksel olarak da zayıf olan Gökhan çıkarılmaz mıydı? Aurelio'dan ve hadi Emre'den başka ön liberosu olmayan bu takıma Valencia'da ilk 11 oynayan Topal sakatlanmadan önce çağrılmaz mıydı? Madem kontra yapmaya çalışacaksın Sercan daha erken giremez miydi? gibi birçok soru sorulabilir, sorulmuş da. Hiddink de cevap vermiş, mesela Sabri içeri giren Müller'i hızı ve sağ ayağıyla durduracakmış. Evet Sabri fena da oynamadı. Ama bunları konuşmanın çok da anlamı yok. Futbolda bu kadar çok tuhaflık yapar, bu kadar çok kendi takımında oynamayan oyuncuyu bir araya getirip, her maçta ilk 11'i değiştirirsen, bu kadar çok sürpriz yapıp, maçı da kaybedersen, adamı gönderirler. 
Tabii bunların arkasından hemen Türk futbolcularını yeterince tanımadığın, Hollanda'da oturmaya devam etmen gibi konular gündeme gelir. Kimse Rusya'ya oynattığın futbolu hatırlamaz. Zaten kadroya çağrılan futbolcuların sakat olmaları gibi eleştiriler de gündemde. Durum iyiye gitmiyor. Bence ilk iş, en azından evini İstanbul'a taşısın.

Gruptaki en zor maçımızı oynadık ve bence 3 tane zor maç kaldı, içeride Belçika, dışarıda Avusturya, ve içeride Almanya. 3'ünü de kazanabilir miyiz? Zaten birinde kaybedersek grup birinciliği şansımız büyük ölçüde  ortadan kalkar. 3'ünü de kazanırsak, Almanya'nın puan kaybetmesi ihtimaline oynarız. Kaybeder mi? Edebilir elbette ama aynı şekilde etmeden de hayet güzel herkesi yenerek gitmeye devam edebilir. İşte o zaman onları burada yensek bile, maç 2-0 biterse mesela, Volkan'ı hatırlarız hep birlikte.
Gerçekten Arda ve Sabri'nin milli takıma gidişleri ve dönüşlerinde tuhaf bir durum var. Ayrıca Aykut Kocaman'ın söyledikleri de bence çok yerinde. Zaten cazibe merkezi olan milli takımın daha da cazipleştirilerek futbolcuların kafalarında kulüp maçlarının önünde bir yer tutması çok yanlış. Bunu söylemesinin nedeni olan 150.000 TL'lik Almanya maçı primi ise akıl dışı. Neye prim veriyoruz? Rakamın yüksekliği falan gibi konular neyse kalsın da, diyelim ki Almanya'yı yendik, sonrasında Avusturya'ya yenildik, bir de İstanbul'da Almanya'ya yenildik, hiçbir yere gidemedik. Ne olacak? Ne için vermiş olacağız, adam başı 150.000 TL, toplamda herhalde 3-5 milyon TL primi? Veya başarısız olan takımdan geri mi alacağız parayı? Üstelik milli takım gibi bir kurumda bence bunlar olmaz.
Maçın bizim açımızdan yıldızı kesinlikle Servet'ti. O da zaten Rijkaard'a olan hırsıyla ekstra oynadı. Hamit düzgün hareketler yaptı, formda olduğunu gösterdi. Sabri yeni mevkiisinde idare etti. Gökhan'ın neredeyse her müdahalesi hatalıydı, fiziği de çok yetersizdi. Nuri'yi ikinci yarı geriye çekti, silindi gitti. Takımında çok formda olan Emre sahada yoktu. Halil'i zaman zaman Hamit'le karıştırdığım için iyi oynayıp oynamadığından emin değilim. Tuncay her zamanki gibiydi; saldırın, saldırın, saldırın.....
Aslında bence Tuncay bizim milli takımın ruhunu temsil ediyor. İlginç bir enerjisi ve hırsı var, bir ateş yanıyor, ama fundemental, fizik gücü ve futbol bilgisinin yetersizliği nedeniyle yeteneğini doğru kullanamıyor. Tam bir kontrolsüz güç!
Bu arada Volkan da her zamanki gibiydi. Yetenkli ama güvenilmez. Artık birisi Volkan'ın büyük takım kalecisi olmadığını, olmayacağını anlasın. Büyük takım kalecisi yetenekli ve güvenilir olur. Güvenilir nedir? basit hata yapmayan, pozisyon alışında ve paslarında da üst düzey dikkat sergileyen, maçtan düşmeyen, konsantrasyon kaybı yaşamayan, duruşuyla, bakışıyla güven veren, mental olgunluğa erişmiş, sakin ve soğukkanlı. Eğer yetenkli ve güvenilir birisini bulamıyorsanız, yetenekten biraz fedakarlık yapılabilir ama büyük takım kalecisi güvenilir olmalıdır. 3 ayda bir basit hatalar yapan, rakibini üzerine yürüyüp saldıran, sonra da 'bana küfür etti, yine olsa yine yaparım' diyen, kıçıyla top tutma şovu yapan, her an sinirlenmeye müsait adamdan büyük takım kalecisi olmaz. Dünkü maçtaki hatasını skor 2-0 olmadan önce yapsaydı, ne olacaktı? Belki de maliyeti bizim puanımız, ve hatta belki de maliyeti bizim Dünya Kupası heyecanımız olacaktı. Üstelik artık kaleciler var ortalıkta....
Tabii insanın topçu başbakanı olması da apayrı bir şey.
Bir de bence geceye damga vuran Ercan Taner'in müthiş esprisi var. Bir karede Joachim Low ile Guus Hiddink birarada görününce Ercan Taner söyle bir adlarını andı. Rıdvan da "Fenerbahçe'de çalışmış iki teknik direktör" dedi. Sanırım Ercan Taner söylemekte bir an kararsız kaldı, ama sonra söyledi "bir de siz varsınız, 3!".  
Hiddink'e bir son tavsiye, tüm bunlardan sonra 'normal sonuç' diye açıklama yapma, buralarda iyi karşılanmaz.