25 Ekim 2009

derbiye doğru 2 - (2-5) birkaç tane de kırmızı kart!



Benim skor tahminim 2-5. Daha doğrusu 2-5, 2-4, 3-5 gibi rakamlarda gidip geliyorum. Nasıl olacak, onu anlatmaya çalışayım: Öncelikle iki takım da formda sayılır, dinlenme iyi gelmiş gibi. Galatasaray hucum futbolu oynuyor, risk alıyor, yiyor da ama yediğinden fazlasını atmayı hedefliyor ve genelde atıyor. Son 2 maçta 7 gol attı rakip kaleye. Hücumcuları çok güçü, savunmacılarının aklı da hucumda. Fenerbahçe biraz daha sakin tempoyla,i topu ayağında tutarak oynamayı tercih ediyor, savunmacıları çok iyi değil ama daha yerli yerinde bir savunma gibi görünüyor, Volkan da formda; ve çok az gol yiyorlar. Ama gol atma konusunda da sıkıntı çekiyorlar. Geçen yıl sıkıştığı yerde duran toptan gol atan Fenerbahçe bu yıl duran top organizasyonlarında geçen yıllardaki kadar başarılı değil. Buna karşın duran topları bozuk para gibi harcayan Galatasaray bu yıl ciddi duran top organizasyonları yapıyor. Fenerbahçe'nin gol atması Guiza ve koşan birilerinin boş alan bulmasına, ve biraz da Alex'in müthiş paslarına dayanıyor. Ancak Alex'i kontrol etmek güçlü savunması olan takımlar için artık eskisi kadar zor değil. Alex etkisiz kalınca da Fenerabahçe'nin gol yolları tıkanıyor. Bu tür tekil futbol derbilerde ciddi dezavantaj.
Diğer taraftan Galatsaray, hucumda büyük zenginlik içinde, bir yer tıkanırsa, diğer taraftan oynayabiliyor. Kart cezası ve Emre Aşık dışında sakatlık sorunu da yok. Belki Galatasaray için en önemli sorun baskı olabilir. Ama onun da tüm takım için aynı derecede geçerli olduğunu sanmıyorum. Yani biz izleyicilerde etkili oluyor, çünkü 10 yıldır aynı düşüncelerle maçı izlemişşin, sonra yenilmişşin. Ama şimdi Keita için ne fark eder? Yemişim Fenerbahçe'yi demez mi adam? veya Rijkaard için baskıdan çok kamçılayıcı bir faktör olabilir. Ama yine de hem camia hem de takımın bir kısmı üzerinde baskı faktörü etkili olacaktır.
Bütün bunları değerlendirince, bir kere gollü bir maç olacak gibi görünüyor. Bir takım çok yiyip çok atıyor, çok atmak istiyor, az yiyor. Özellikle Fenerbahçe'nin sol kanadında ciddi bir savunma ve yavaşlık zaafı var. Roberto Carlos formda değil, Wederson zaten Gökçek, yani Keita'nın her pozisyonda karşısına çıkan adamı geçmesi lazım. Fenerbahçe'de Volkan'ın formu belirleyici olabilir, çünkü Galatasaray'ın hucumcuları iyi ve formda, ducum futbolu da tamam ama, golcüleri de gol pozisyonlarını değerlendirmekte güçlük çekiyorlar. Baroş her maçta 1 gol atıyor ama 3 tane de yüzde yüz kaçırıyor. Bir de Emre faktörü öne çıkabilir. Son haftalarda hem çok formda, hem de hırslı ve istekli. Bu tür maçlarda böyle oyuncuların varlığı takımın ateşlenmesi noktasında belirleyici etki yapabilir. Savunma yapmayan Alex'in yanında veya arkasında savunma da yapan bir Emre olması, o bölgedeki top hakimiyetinin Fenerbahçe'nin kontrolüne geçmesine neden olabilir.
Fenerbahçe savunması az gol yiyor dediysek de, Kewell, Keita, Arda, Elano gibi hucumcuları engellemek için çok ağır ve yeterince organize değil.


Bunları alt alta koyunca, biraz da ligdeki durumu gözlerimi kapatıp dinlemeye çalışınca, hucumcuları gol pozisyonlarında çok beceriksiz olmaz veya Volkan fevkaladenin fevkinde bir performans sergilmezse, Galatasaray 3 hatta 4 gol atabilir. (5. artık maçın koptuğu, 2 kırmızı gören Fenerbahçe'nin bilinçsizce yüklendiği anlarda gelecek) Ancak Galatasaray'ın böyle bir mücadeleyi gol yemeden tamamlaması da çok mümkün görünmüyor. Bu yüzden 2-5, ya da 2-4, hadi belki 3-5 diyorum. bu skor grubu olmazsa da 3-3 veya 4-4 gibi fantazi bir beraberlik olabileceğini düşünüyorum. Bugün, normal bir maç gidİşatı olursa, (mesela ilk 20 dakikada 2-0 olur da, Galatasaray bir kırmızı kart görmezse) Fenerbahçe'nin galibiyetinin zor olduğunu hissediyorum.,
Güzel maç olsun, bol gol, bol pozisyon olsun, konuş konuş bitmesin, kartlar havalarda uçuşşun, biz frikikten atalım, onlar kafayla çaksın, biz kornerden vuralım, onlar verkaçla içeri girip kaleciyi de çalımlasın...

Sahalarımızda 2. Gökçek vakası!


'Gökçek' ismi Türkiye'de forma giyen Brezilyalı futbolcular arasında populerleşiyor. Bu sefer Tita sayın belediye başkanı'nın tam adını almayı seçmiş; adını 'Melih Gökçek' olarak değiştirmiş. Bari 'İ. Melih Gökçek' olsaymış. Anlayamıyorum, hadi bu zenciler ayılamıyorlar da kimse de söylemiyor mu 'bu adamın adı falan alınmaz' diye. O kadar değerli, o kadar saygın bir kişilik ki, bu futbolcular Türk vatandaşı olurken, Melih Gökçek ismini seçiyorlar. Bu müthiş Türk şahsiyetinin adını yeni nesillere taşımak veya attıkları gollerle şereflendirmek istiyorlar. Hey allam, neler oluyor bu ülkede....

24 Ekim 2009

derbiye doğru 1

Son 24 derbi:

Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki son 24 maçta hakemlerin gösterdiği kartların sezonlara göre dağılımı şöyle:

2000-2001:
Galatasaray - Fenerbahçe: 0 - 0 (10 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 2 - 1 (5 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 4 - 4 (Pen.7-6) (Türkiye Kupası) (8 sarı)

2001-2002:
Galatasaray - Fenerbahçe: 2 - 0 (5 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 1 - 0 (4 kırmızı, 5 sarı)

2002-2003:
Fenerbahçe - Galatasaray: 6 - 0 (2 kırmızı, 5 sarı)
Galatasaray - Fenerbahçe: 2 - 0 (5 sarı)

2003-2004:
Galatasaray - Fenerbahçe: 2 - 2 (1 kırmızı, 4 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 2 - 1 (1 kırmızı, 2 sarı)

2004-2005:
Galatasaray - Fenerbahçe: 1 - 0 (1 kırmızı, 3 sarı)
Galatasaray - Fenerbahçe: 5 - 1 (Türkiye Kupası) (4 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 1 - 0 (5 sarı)

2005-2006:
Galatasaray - Fenerbahçe: 0 - 1 (1 kırmızı, 3 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 2 - 1 (Türkiye Kupası) (7 sarı)
Galatasaray - Fenerbahçe: 3 - 2 (Türkiye Kupası) (7 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 4 - 0 (1 kırmızı, 6 sarı)

2006-2007:
Fenerbahçe - Galatasaray: 2 - 1 (7 sarı)
Galatasaray - Fenerbahçe: 1 - 2 (7 sarı)

2007-2008:
Fenerbahçe - Galatasaray: 2 - 0 (1 kırmızı, 6 sarı)
Fenerbahçe - Galatasaray: 0 - 0 (Türkiye Kupası) (1 kırmızı, 7 sarı)
Galatasaray - Fenerbahçe: 2 - 1 (Türkiye Kupası) (4 kırmızı, 11 sarı)
Galatasaray - Fenerbahçe: 1 - 0 (2 sarı)

2008-2009:
Fenerbahçe - Galatasaray: 4 - 1 (10 sarı)
Galatasaray - Fenerbahçe: 0 - 0 (4 kırmızı, 4 sarı)

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25013879/

20 Ekim 2009

Stankovic'ten Palermo'ya nazire

Martin Palermo'nun geçen haftaki muhteşem orta sahadan kafa gölüne nazire Dejan Stankovic'ten geldi. Inter'in Genoa'yı 5-0 yendiği maçta perdeyi açan yıldız, kafayla değil ama yarı saha çizgisinden gelişine, hatta biraz daha araya girerek muhteşem bir vuruş yaptı. Zamanlama, düşünce, hız, reaksiyon, teknik ve güç.... hepsi bir anda ortaya çıkıyor!

19 Ekim 2009

İmparator?? matador?? gladyatör?


Sinyor Terim, 'ders almam, istifa ederim!' dedikten sonra harıl harıl yapacağı basın toplantısına hazırlanıyor, Türk futbol kamuoyuna önemli açıklamalar yapacak zannediyorduk. Ancak sanırım bu esnada, transfer görüşmelerini de yürütüyormuş. Hatta bu transfer işlerinin birkaç günde çözülemeyeceğini bildiğimizden, elenme ve istifa ihtimalleri çerçevesinde önceden bazı ayarlamar yaptığını düşünebiliriz. İtalya'dan sonra bir de İspanya macerası bence Terim için çok yerinde olabilir. Üstelik takım o kadar sıkıntılı durumda ki, gider gitmez ne yapsa ilaç gibi gelir. Sezonu orta sıralarda bitirirse bu yıl için o da tatmin edici olacaktır. İlk ve galibiyetlerini daha yeni aldılar. Dahası bir de şampiyonlar liginde oynuyorlar. Tam Fatih Terimlik! Ayrıca bizler için de iyi olur, İspanya ilgimiz bir az daha zevkli hale gelirken, Terim'den bir süre uzak bir futbol kamuoyu da bence faydalı olacaktır. Leo Franco'yu Galatasaray'a yolladıktan sonra ciddi bir de kaleci sıkıntısı var.

Bir dedikodu da, Trabzonspor için... Broos gidiyormuş, ya Şenol Güneş ya da Hagi dedikoduları dolaşıyor:) Hagi sanırım bugün maçta olduğu için ortaya meze oldu, ama Güneş yolda olabilir.

13 Ekim 2009

Ders almam, istifa ederim!*



Meşhuuur veciz konuşmalarından birinde, delikanlı ve iddialı teknik direktörümüz şöyle demişti: 'Ders almam, ders veririm!'. Hala ders almadan ders verilmeyeceğini anlayamamış olsa gerek, bana göre çok kötü ve başarısız bir eleme grubu geçirip süreci istifayla noktaladı. Avrupa Şampiyonası finallerindeki flaş çıkışın Fatih Terim'in hatalarına rağmen, futbolcuların çok formda olmaları, belki üst düzey bir motivasyona da ulaşmaları, sakatlık ve şanşsızlıkların kamçısı ve biraz da maçlarda şansın yanımızda olması gibi nedenlere bağlı olduğunu sanırım Fatih Hoca hiçbir zaman kabul etmeyecek. Buradan herhangi bir ders almadığını, aynı 'adamcılık' anlayışını Dünya Kupası elemelerinde de göstererek ispatladı. İnsan hatalarına rağmen başarılı olduğu süreçlerde ders alamazsa, başarısız olduğu süreçlerde hiç alamaz.

Fatih Hoca'nın sürecini değerlendirmektense, kim gelebilir milli takımın başına sorusu üzerinde biraz kafa yormak istiyorum. Yabancı adaylar içinde kamuoyunda sanki Mircea Lucescu'nun adı ön plana çıkıyor. Ancak ben yerli bir teknik direktörle uzun süreli bir sözleşme imzalanması gerektiğini düşündüğüm için yabancı konusuna pek değinmeyeceğim. Aslında yerli ismin kim olacağının da çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Burada yetkililelerin doğru kriterleri belirleyip, inanabilecekleri, güvenebilecekleri bir yerli isimle anlaşmaları ve sonrasında da ona gerçekten inanıp güvenmeleri gerekiyor.

Şöyle bir bakınca, Türk teknik direktörler içinde tatmin edici bir uluslararası maç ve büyük takım deneyimi olan 2 isim var; Bunların birisi istifa eden Terim, diğeri de şu an için milli takıma hiç düşünmediğimiz (allahtan) Mustafa Denizli. Türk teknik direktörlerin A takımı bu. Çünkü ne milli takım ne de büyük takımlar diğer isimlere güvenmiyor, güvense de çok kısa süreli oluyor ve onlar da yeterli tecrübeye hiçbir zaman ulaşamadan aynı alt seviye takımlarda dolanıp durmak zorunda kalıyorlar. Bir alt gruba inmeden, A grubuyla B grubu arasında belki iki isimden bahsetmek mümkün; Şenol Güneş, dünya 3.'lüğü, Trabzonspor ve Seul gibi tecrübeleri var ama bana göre iyi bir teknik direktör değil. (Trabzon'un son 20 yılda yakaladığı en büyük şampiyonluk şanşını, galipken ve berabere kalsa şampiyon olacakken, kenardan 'ileri ileri,...' diye takımını çıkararak golleri yediği ve Trabzon'u bitirdiği maçı hatırlıyorum:) )


İkinci isim ise, Ersun Yenal. O da başarısız sayılabilecek bir milli takım deneyimi, ligin tepesini zorlayan Anadolu takımları deneyimi, genç yaşı, düzgün konuşması, ve bilgisayar analizleri ile anılıyor. Bence milli takımın başına geçebilecek bir kariyer, düzgün bir kişilik. Ama işte daha önceki deneyim çok kötü sonuçlandı. Ersun Yenal gönderildiği zaman, milli takımın çıkma ümidi Estonya - Bosna-Hersek maçından önceki ümide göre daha fazlaydı. Hatta bence 2 maç öncesine göre bile daha fazlaydı. Ama o koşullarda Ersun Hoca gönderildi, yerine Fatih Hoca kurtarıcı olarak çağrıldı, kaldığı yerden takımı aldı, play-off'a kaldı ve İsviçre karşısında Avrupa'da milli takımlar düzeyinde son yılların en büyük saha içi kavgasını izletti bizlere. Ardından ciddi cezalar vs... Belki Ersun Hoca tertemiz çıkaracaktı takımı, ya da elenecek, başarısızlığı kabul edip, adam gibi de süreci bitirip, Fatih Terim gibi istifa edecekti, ama kimse o şansı vermedi. Çünkü Ersun Yenal'dan daha iyi bir alternatif olduğu, ama Fatih Terim'den daha iyi bir alternatif olmadığı düşünülüyor futbol kamuoyunda.

Ersun Yenal olabileceği gibi, artık B grubu teknik direktörlere geçiyorum; Ertuğrul Sağlam da olabilir, Rıza Hoca da olabilir, Mehmet Özdilek de olabilir, Aykut Kocaman, Abdullah Avcı bile olabilir. Yılmaz Vural da olabilir tabii:) Yani bu ve bu gibi isimleri çok detaylı tanımıyorum. Ama yetkililer kriterlerini belirleyip, kariyerlerini, kişiliklerini değerlendirip bu ve bu gibi isimler içinden bir seçim yapmalılar bence. Mesela Ertuğrul bence hem Beşiktaş da başarılı oldu, hem de gittiği takımlara iyi top oynattığını sonrasında da gördük. Ayrıca sakin kişiliği, medyaya karşı temkinli duruşu ve soğukkanlılığı da avantaj kabul edilmeli ve önemli olan da bu tür değerlendirmeler olmalı. Ersun Hoca için de mesela hep şu eleştiri yapılmıştır, 'gittiği takıma iyi top oynatıyor, ama maratonun sonunda hep tökezliyor.' Bu bence iyi bir eleştiri. Herkesin eksikleri vardır, gittiği takıma iyi top oynatıyor olması bir teknik direktörün iyi olduğunu açıkça gösteren başlıca semboldür. Diğer kısım bir sorundur, motivasyon hatası olabilir, gerilimi kaldıramamak olabilir, fiziksel sorunlar olabilir ama bunların hepsi çözelülebilir.

Zaten bir teknik direktörün yapması gereken ana şey iyi futbol oynatmaktır. Bunun dışında milli takımımızın başarılı olmnası için, teknik direktörün dışında birçok faktör bir araya gelmeli, futbolcular iyi oynamalı, profesyonel olmalı, kendisine iyi bakmalı, federasyon tüm varlığıyla teknik direktörü desteklemeli, beslemeli, sorunları çözmeli, vs. vs. Başarı ancak tüm bu faktörler bir araya gelince olur, teknik direktör bunların içinde sadece bir faktördür, böyle olduğu için de iyi oynatması, düzgün ve milli takımı temsil edebilecek bir kişiliği ve görünümü olması yeterlidir. Yoksa Morinho çok kavgacı, Alex Ferguson yıllardır başka takım görmemiş, Del Bosque İspanya dışında çalışmamış, Lucescu'nun karizması eksik, Guardiola'nın tecrübesi az, Hiddink Fenerbahçe'deyken çapkınlık yaparken yakalnmıştı.... Her yerde teknik direktörlerin bir sürü eksikleri ya da dezavantaj olabilecek özellikleri vardır. Bur bir takım işi, hem de geniş bir takım. Marifet doğru teknik direktörü bulmak değil, bu geniş takımı kurup işletebilmek.


Bülent Uygun da yukarıda sayılan isimlerden bir tanesi ama, daha çok yeni istifa etti, bence biraz nefes alması lazım. Ayrıca geçen gün bir blogda vardı, katılmamak mümkün değil; 'sevimsizliğin kitabını yazıyordu, yarım kaldı.' yani sevimsizlik biraz kişişel bir tespit ama, gerçekten ikinci bir Fatih Terim olmadan, kendisine biraz çeki düzen vermesi gerektiğini hissediyorum. Belki daha sonraki yıllarda....


Rıdvan Dilmen olmaz mı? Olur, hem de şahane olur. Son yıllarda futbol yorumu konusunda etrafta görünen en iyi isim. Devler Ligi'ne de katılmamış ki, herkes bu hesabı yaptığına yordu. O da olur, diğerleri de olur. Ama işte olmaz!!! Çünkü bıunların olması için kamuoyu desteği, kapı gibi bir federasyon, uzun vadeli plan ve program, ve geniş bir yan ekip lazım. Ama federasyonumuz bunların peşinde değil. Mesela Levent Kızıl'ın açıklamasına göre Fatih Terim gibi kariyeri dünyaca kabul edilmiş, tartışılmaz bir isim bulacaklarmış. Avrupa'nın 6. büyük futbol ekonomisi olarak böyle düşünmemiz gerekirmiş. Benim buradan anladığım, yine ders almam, ders veririm!.

* Bu müthiş başlık Pınarcıım'dan...

10 Ekim 2009

Ercan Saatçi Hürriyet'e spor müdürü oluyor.



Böyle bir haber dolaşıyor spor kamuoyunda. Özellikle de Galatasaraylılar durumdan muzdarip. En fanatik Fenerbahçeli yazarlardan olan Ercan Saatçi'nin en çok satan gazetede yanlı bir tutum izlemesinden, Fenerbahçe'yi öne çıkarmasından, ya da belki de kendilerini gıcık edecek başlıkları özenle seçmesinden endişe ediyorlar. UltraAslan tepki gösteriyor, hatta Hürriyet'î protesto etmeyi bile düşünüyor.
Benim açımdan, Ertuğrul Özkök'ün damadı olmak ve İzel-Çelik-Ercan adlı berbat grubun üyesi olmaktan öte hiçbir özelliği olmayan ve de berbat bir analist olan bu adamın Hürriyet'in spor servisine nasıl müdür olduğu. Hürriyet Özkök'ün aile şirketi mi ki damadı spor müdürü yapıyor?

9 Ekim 2009

Pes Etmek Yok! Şanşımız Sürüyor.

Arkamdaki televizyondan bu sesler geliyor. Tam o anda laptopda aşağıdaki haberi okuyorum. Olabilir mi böyle bir şey? Futbolda böyle bir şans var mı? Futbol şans oyunu mudur?

Estonya kendi sahasında Bosna-Hersek'i yenecek. Belçika maçı falan zaten cepte. Son maçında, muhtemelen kart temizlemek için 7 eksikle çıkan İspanya da zaten rahat yenecek Bosna'yı. Ve müthiş bir çıkış yapan Bosna takımı buraya kadar diyerek bize yolu açıvericek. Bu milliyetçi duygularla bile insanın kendisini kandıramayacağı bir durum değil mi? Bu ümidi televizyonda reklamla beslemek, en azından ilginç bir tavır.  

Aklıma şu acı-tatlı hatıra geliyor; Galatasaray 2. Feldkamp döneminde gruptan mucizeyle çıkmıştı. Son maçında kendi sahasında Austria Wien'i yenememesine rağmen, Panionios kendi sahasında, gruptan çıkmayı garantilemiş ve yedeklerle gelmiş Bordeaux'dan 3 yiyor, ve hooop çıkıyoruz. Üstelik maç Yünan takımının 2-1 üstünlüğüyle ilerlerken, 74 ve 86'da 2 gol mucizeyi gerçekleştiriyor. Nooldu? Bir sonraki turda Galatasaray  Leverkusen'den 5 yedi. O zaman şanslı da olsanız, bir sonraki aşamadan dönüyoır mu?

Dönmeyen bir mucize de geliyor aklıma hemen; 1992'de Avrupa Kupası elemerinde finallere katılma hakkı kazanamayan Danimarka, turnuvanın başlamasına 11 gün kala futbolcuları plajdan toplayıp, Yugoslavya'nın yerine katılmış ve Yugoslavların yerine şampiyon oluvermişlerdi:) Acaba milli takımın da kaderi böyle mucizeyle mi çizilecek?

Yoksa bu takım gruplara kalsa n'olur, kalmasa no'lur mu acaba?:)

7 Ekim 2009

Carlos dönüyor

Bence şu anki form durumuyla, şu anki Real kadrosunda yer alamaz. Zaten biraz alem yapmaya, reklamlardan para kazanmaya falan gelmiş gibiydi. Son yıllarını güzel değişik bir yerde keyifli gece hayatı eşliğinde, futbola aşık, yıldızlara düşkün bir camiada fazla da zorlanmadan geçirmek için gelmişti. Artık yavaş yavaş takıma katkısı azalıyor, yolcu yolunda gerek. Son bir kontratı da İspanya'da Almeria falan gibi bir takımla yapar, işi bitirir.

Fenerbahçe yıllarca söyledi söyledi, en sonunda 34 yaşında alabildi bu adamı, 2 yıl oynadı, şimdi yine sol kanat sıkıntısı başlıyor...


Carlos: Karar verdim, gidiyorum

Geçtiğimiz günlerde "Fenerbahçe'deki durumum Aralık'ta belli olur" diyen Roberto Carlos, İspanya basınına "Kararımı verdim; Fenerbahçe'den ayrılıyorum" şeklinde demeç verdi.

NTV Spor ve Ajanslar
Güncelleme: 11:57 TSİ 07 Ekim. 2009 Çarşamba
Fenerbahçe'nin Brezilyalı tecrübeli futbolcusu Roberto Carlos, ''Karar verdim, aralık ayında Fenerbahçe'den ayrılıyorum'' dedi.
''Kişisel bir meselesini halletmek ve eşi Mariana'yı gezdirmek'' için birkaç gündür Madrid'de bulunan Roberto Carlos, İspanya'nın ''AS'' adlı spor gazetesinde yayımlanan röportajında, geleceğine yönelik açıklamalarda bulundu.
Brezilya'daki bazı takımlardan teklifler aldığını, ancak yeni olasılıklar da bulunduğunu anlatan Roberto Carlos, ''36 yaşındayım ve futbolda 2 yılım daha var. Bundan dolayı Brezilya'ya dönüp orada bir takımda oynamak hoşuma gider. Evimi, ailemi, ülkemi özledim'' diye konuştu.
Ünlü defans oyuncusu, 1996-2007 yılları arasında forma giydiği Real Madrid'de çok güzel anılarının olduğunu belirterek, ''Real Madrid'de Ocak ayından haziran ayına kadar bedava oynarım. Gerçekten, bu hoşuma gider. Real Madrid'e dönmek benim için çok önemli. Ben dönmeye hazırım'' dedi.
Carlos, Real Madrid'de sadece futbolcu olarak değil, kulüp bünyesinde miniklere veya gençlere futbol öğretmek amacıyla da çalışabileceğini vurguladı.

Hikmet Çetin mi geliyor?

Nasıl olur bilemiyorum ama futbol dünyası için farklı bir isim. Kendisi için yıpratıcı, bizler için iyi olabilir.
Kaynak: http://www.ajansspor.com/futbol/superlig/h/20091006/hikmet_cetin_aday_olacak_mi.html?ref=flas

Hikmet Çetin aday olacak mı?

Eski TBMM Başkanı Hikmet Çetin, 2010 yılının ocak ayında yapılacak Beşiktaş Genel Kurulu'nda başkanlığa aday olması yönünde istekler bulunduğunu ve eski başkanlardan Süleyman Seba'nın da kendisini desteklediğini söylerken, yapacağı görüşmelerin ardından kararını açıklayacağını ifade etti..

06 Ekim 2009 , 21:00
Hikmet Çetin aday olacak mı?

Asimilasyon*






















Bir takım diğerinin üzerine nasıl kabus gibi çöker onun fotoğrafı bu yazıdakiler. Dün Arsenal Emirates'de Blackburn Rovers'ı konuk etti. Maçın ilk yarısında iki kez yenik duruma düşüp 3-2'lik üstünlükle soyunma odasına gittikten sonra ikinci devrede rakibi dağıtıp maçı 6-2 kazandılar. Arsenal'in gollerini 6 farklı oyuncu kaydetti. İlk yarıda Gunners'a direnmekte belli br yere kadar başarılı olan Rovers ikinci yarıda dağıldı gitti. Bunun en önemli sebebi resimlerde yatıyor. Arsenal'in en iyi yaptığı şey olan korkunç pas trafiği. İki takımın maç boyu yaptıkları paslarla başlayalım. Yukarıdaki çizelgeden soldaki Arsenal'in, sağdaki ise Blackburn'ün maç boyu yaptıkları başarısız ve başarılı pasların tümü. Arsenal'in maç boyunda 65 yanlış pası var. Blackburn'ün ise 61. Peki başarılılara gelelim. Arsenal'de bu rakam 382, Blackburn'de ise sadece 135. 453 pas yapmış Arsenal maç boyu, Blackburn ise 195'te kalmış. Zaten yukarıdaki çizelge bunu çok net gösteriyor. Kendi ve rakip ceza sahası arasındaki alanı tamemen doldurmuş Arsene Wenger'in takımı. Blackburn'ün ise nasıl pas zayıflığı içinde olduğu açıkça görülüyor. Peki bunun özellikle ikinci devredeki durumunda bakalım. Yani Arsenal'in 3-2'lik sonuçtan sonra Blackburn'ü infaz edip yemeden 3 gol attığı devreye. O da aşağıda.























Belirttiğimiz bölümde yapılan paslar da bu tabloda. Blackburn sahada yok adeta görüldüğü gibi. Rakip sahanın kanatlardaki son bölümlerine adım atamamışlar. Sol kanatta sahanın son 20 metresine gidememişler bile. Orta sahada Arsenal'in pas trafiği arasında kaybolup gitmişler. Wenger'in takımının bu bölümde rakip sahanın ilk 25 metresinde oluşturduğu trafiğe dikkat. Bu da 3 golü getirmiş tabi.





















Daha çarpıcı bireysel bir örnek alalım bu anlamda. Sol kanat dedik. Arsenal'in sol kanat oyuncusu Gael Clichy ile Blackburn'ün sol kanat oyuncusu Martin Olsson'un maç boyu yaptıkları pasların grafiği. Pek fazla yoruma gerek yok sanırım. İki takımın sol kanatının nasıl çalıştığı ile ilgili bir örnek sadece. Son olarak da, rakibi asimile ettiği son 45 dakikada, Arsenal'in yaptığı hatalı pasların bir grafiği var.

























28 tane hatalı pası var sadece Arsenal'in bu devrede. Tabi dikkat çekilmesi gereken bir şey var. Maç boyunca yaptığı 453 pasın aşağı yukarı 250 tanesi bu bölümde. Bunun sadece 28 tanesi başarısız olmuş. Üstelik bunların 3 tanesi kaleci Vito Mannone'nin degajları sonucu gerçekleşmiş. Yani saha içi futbolcuların hatalı paslarının sayısı sadece 25. Ve en önemlisi.Takım bu 25 hatalı pasın hiçbirisini uzun toplarla yapmamış. Yani şuursuzca ileri atılan uzun paslar yok. Yapılan hatalı pasların tümü kısa mesafede gerçekleşmiş.

*kaynak: http://vliegendenederlander.blogspot.com/2009/10/asimilasyon.html

6 Ekim 2009

Martin Palermo'dan 40 metreden bilinçli kafa golü

Gayet bilinçli vuruyor, açı ve sürat müthiş. Bir an için geleceğin futbolu ya da Shaolin Soccer'dan bir sahne gibi. Maç 2-2 giderken Boca Juniors taraftarı bu golle çılgına dönüyor. Rakip Velez Sarsfield, maç bu geçtiğimiz pazar günü oynanmış sanırım.

Bir teknik direktör Rotterdam'ı düşürdükten sonra nasıl Barcelona'nın başına geçer?

Bugün Rijkaard'ın kariyerine baktım, malum biz futbolculuğunu ve Barca'daki teknik direktörlüğünü biliyoruz. Nitekim Barca'dan önce hiçbir şey yokmuş. Hollanda milli takımı Hiddink istifa edince buna kalmış; ortalama bir performans. Sonrasında Rotterdam'da tam bir rezalet, 4 galibiyet alabilmişler. 1 yıl sonra hoop Barcelona? Bu kadar acımasız ve dikkatli işleyen kapitalist bir piyasada bir insan nasıl bunu başarabilir? İkinci sınıf bir Avrupa Ligi'nde kime düştükten sonra dünyanın en iyi takımının başına nasıl geçer? İlişkileri mi iyidir? içindeki büyük yeteneği mi gördü Barcelona? O kadar etkiliyeci bir teknik direktör adayı ki, dünyanın en iyi kulübü riske mi girdi? Oluyor mu böyle şeyler? Yoksa gerçekten o kadronun başına sen de geçsen biraz kafan çalışıyor ve biraz insan ilişkilerinden anlıyorsan olur mu bu iş? Nedir?
http://tr.wikipedia.org/wiki/Frank_Rijkaard

Teknik Direktör Kariyeri 

Futbolu bıraktıktan sonra Hollanda Milli Futbol Takımı'nın teknik direktörü Guus Hiddink'in yardımcısı olarak göreve başladı. Hiddink görevi bırakınca teknik direktörlük için tecrübesiz sayılabilecek bir durumda milli takımın başına geçti ve özellikle 2000 yılındaki Avrupa Futbol Şampiyonası'nda oynattığı futbol ile takdir kazandı. Ancak Hollanda penaltılar ile İtalya Milli Futbol Takımı'na elenince hemen istifa etti.
2001-02 sezonunda Sparta Rotterdam'ı çalıştırdıktan ve takımı 2. lige düştükten sonra 2003 yılında FC Barcelona'nın başına getirildi.
2008 yılında FC Barcelona daki görevinden istifa etti. 5 Haziran 2009 tarihinde Galatasaray Spor Kulübü ile 2 yıllığına anlaştı.[1]Dünyanın en önemli teknik direktörleri arasınada gösterilmekedir.

Teknik Direktörlük istatistikleri

Takım
Ülke
'den
'(y)e
İstatistik
O
G
B
M
Kazanma %
Hollanda
Flag of the Netherlands.svg
1998
2000
22
8
2
12
36.36
Sparta Rotterdam
Flag of the Netherlands.svg
2001
2002
34
4
12
18
11.76
Barcelona
İspanya
Temmuz 2003
Mayıs 2008
209
128
38
43
61.24
Galatasaray
Türkiye Cumhuriyeti
Haziran 2009
Şu ana kadar
12
10
2
1
83.33



5 Ekim 2009

Acun'un yeni projesi: Devler Ligi

Acun bu sefer bir futbol projesiyle ekranlara çıkıyor. 29 Ekim'de Show TV'de başlayacak yarışmada, eski futbolcular 6 takım halinde halı sahada oynayacaklar. Acun ortalıkta olan eski starları toparlamış, futboldan sonraki yaşamında burada takılan yabancıları da almış, birkaç unutulan ismi eklemiş, toplam 6 takım kurmuş. Kazanan takım 1 milyon TL gibi bir ödül alacak.  Zaten para ödülsüz bir yarışmanın tutma şansı da yok.



Sergen Yalçın'ın takımı: Gökhan Keskin, Recep Çetin, Ömer Gülen, Kaan Dobra, Sait Cemre Özbalkan, Hakan Yurtvermez, Erkan Avseren, Çetin Kahraman.
Pascal Nouma'nın takımı: Zafer Öğer, Rahim Zafer, Fikret Demirer, Zeki Önatlı, Bayram Bektaş, Tayfur Havutçu, Yusuf Tokaç, Metin Uzun.
Tanju Çolak'ın takımı: Hayrettin Demirbaş, Ergün Penbe, Osman Akyol, Mert Korkmaz, Tayfun Hut, Soner Tolungüç, Hamza Hamzaoğlu, Taner Alpak.
Hakan Ünsal'ın takımı: Ahmet Bulut, Bekir Gür, Ümit Davala, Vedat İnceefe, Ahmet Yıldırım, Uğur Tütüneker, Saffet Akyüz, Mehmet Gönülaçar.
Boliç'in takımı: Yaşar Duran, Saffet Akbaş, Cem Pamiroğlu, Saffet Sancaklı, Atilla Güneş, Kemalettin Şentürk, Zafer Tüzün, Tarık Daşgün.
Pierre Van Hooijdonk'un takımı: Nurettin Yıldız, Taygun Erdem, Semih Yuvakuran, Hakan Tecimer, İlker Yağcıoğlu, Sercan Görgülü, Elvir Baliç, Şenol Ustaömer.

Pierre Bence Boliç, Sergen ve Tanju'nun takımları kapışır.) 

Milan yine puan kaybetti!


Milan'da her an Leonardo istifa edebilir veya görevden alındığı haberini öğrenebilir. Fatih Terim'in bu haberi İstanbul'da liderlik konferansı verdiği sırada aldığını hatırlıyoruz mesela:). Atalanta maçın yaklaşık üçte ikisini 10 kişi oynadı ve buna rağmen Milan 1 puanı 85. dakikada Ronaldinho'nun golüye kurtardı. Maçı izledim, Milan'ın durumu iyi değil.

Galatasaray'da hal ve gidişat:

Total futbol oynayalım deyince olmuyor tabii, diyen Rijkaard da olsa. Galatasaray iyi başladı, modern ve akılcı futbolun izlerini göstermeye başladı. Hemen arkasında da, “bu ligi rahatça götürür, UEFA Ligi’nde de iddialı olur” diyenleri şoka uğratarak, birden bire beraberlikler ve arkasından da mağlubiyet geldi.  Önce bu maçlarla ilgili iki kelam;

Eskişehirspor maçında Galatasaray üstün oynayan taraftı ama bulduğu pozisyon sayısı önceki maçlara göre çok azdı ve beraberliğe razı olmak zorunda kaldı. Arda’nın formsuzluğu ve Arda’sız takımın hücumda etksizleştiği konuşuldu. Rijkaard’ın ilk ciddi eleştirileri geldi, B-planı olmadığı, oyuncuların mevkiilerini değiştirmediği, dolayısıyla oyuna müdahale edemediği söylendi. Sturm Graz maçında yine üstün oynayan taraf Galatasaray’dı, ama yine ciddi bir gol sorunu kendini gösterdi. Arda yine düşük performanslıydı. Bence Arda’nın attığı gol goldü, beklediği penaltı da penaltı. Bunun dışında 2 top direkten döndü, ve 3-4 tane de yüzde yüz denebilecek pozisyon kaçtı. Buna karşın Sturm Graz’ın da etkili kontraları oldu. Maç 4-1 falan bitebilirdi ama 1-2 de bitebilirdi. Sanki bazı oyuncular yorgundu. Bugünkü Ankaragücü maçında ise yine Galatasaray oyunun hakimiydi, özellikle ilk yarıda ciddi pozisyonlar buldu ama bu sefer Galatasaray’ın iyi oynamadığını artık rahatça söyleyebiliriz. Yine de kazanması gereken bir maçtı ya da hadi beraberlik diyelim ama maçın 3-0’la alakası yoktu. Arda’nın düşüşü devam ediyor. Rijkaard eleştirileri şiddetleniyor. Elano artık ciddi bir biçimde sorgulanıyor. Sorgulama listesine bol pozisyona rağmen gol bulamayan Baroş ve Nonda da eklendi. Takımın genelinde bir bitkinlik görülüyor, acaba hepsi toplanıp sabaha kadar Playstation mı oynuyorlar?



İşte bu günler Rijkaard’ın Türkiye kariyerinde ilk barajı. Gerçi ilk barajı iyi başlamaktı, onu başardı. Süper Lig’de böyle barajlar vardır, belirli dönemlerde baskı artar, futbol dışı faktörler de çalışmaya başlar ve sıkıntı belirginleşir. Bu ilk barajı atlatmakta zorlanırsa, teknik direktörün istifası konuşulmaya başlar, konuşulunca da sıkıntı artar ve en sonunda gerçekleşir. Mesela Mustafa Denizli iyi başlayamadı ve nerdeyse her maçı iştifa maçı haline dönüştü. Rijkaard kredisinin yüksekliği nedeniyle bu ilk barajda tökezlemiyebilir ama yıpranır ve ikincide de, olmaz olmaz demeyin Rijkaard bile gider!

Türkiye Ligi’nin en iyi ve daha da önemlisi en derinlikli kadrosu, iyi de bir başlangıç yaptılar, herşey yolundaydı. Ama bir anda düşüş süreci ve ligde 5 puanlık fark. Herkes bitkin ve etkisiz görünüyor sahada. Şimdi hep birlikte bu formsuzluğun üstesinden nasıl geleceğini göreceğiz.  Benim aklıma gelen çözümlerden birisi özellikle Arda gibi birkaç futbolcuyu dinlendirmesi, ve sakatlığı geçmeye başlayan Uğur, Serkan ve birkaç hafta sonra da Linderoth gibi isimlerden faydalanması. Bunlara sezon başında güven veren Serdar Eyilik, Aydın Yılmaz ve Alparslan gibi gençleri de ekleyebiliriz. Nitekim Uğur son 2 maçta oynadı sağ kanatta. Bugüne kadar Rijkaard’ın açıklamaları da çok ağırbaşlı, sakın ve düzgündü. Bugün kulağıma Gökhan’ın milli takımda sakatlanması konusundaki uyarılarının dinlenmediğinden bahsettiği ilişti. İşte bu Türkleşme oluyor. Onları bırak şimdi hocam, bunları zamanında söylersen bir anlamı olabilir, 3-0’dan sonra söylersen senin aleyhine çalışır.

Bir başka sorun Baroş ve Nonda’nın istikrarsız performansları. Hesapta hep tek forvet oynuyor, ve iki tane iyi sayılabilecek forveti var ama yavaş yavaş ortaya çıkıyor ki yetmeyecek. Bir başka önemli sorun Elano gibi görünüyor. Hadi ilk haftalar sakin davrandı, zaman tanıdı ama 7. Haftadayız ve kimse Elano’dan memnun görünmüyor. Burada kimse 15 maç beklemez. Elano transferiyle ilgili anketler vardı bu günkü spor programlarında. Kanatlar ve stoperleri şimdilik idare ediyor gibi ama ön liberolarda da sıkıntı var. Mehmet Topal, Ayhan ve Mustafa Sarp da tatmin edici bir performans ortaya koyamadılar. Buraya monte edilecek başka kimse de yok kadroda, belki Linderoth?



Önümüzdeki virajda Trabzonspor ve Dinamo Bükreş maçları var ki, kendi sahasında olmasına karşın ikisi de çok zor maçlar olacak. Dinamo maçının mazallah kaybı UEFA Ligi için önemli bir darbe olur. Hemen bunların arkasından da Kadıköy’de Fenerbahçe karşısına çıkacak. Önceki maçlardan mutlu mesut ayrılırsa ve sezon başındaki form durumuna dönebilirse Galatasaray taraftarına yıllardır yaşatamadığı keyfi yaşatabilir. Rijkaard da kredisine kredi katar. Ama bu maçlarda daha fazla darbe alırsa ve Kadıköy’e moral motivasyonu düşük olarak çıkarsa, Galatasaray mesela 3-1 kaybedebilir. İşte bu virajın çıkışı orası. Kadıköy’e fazla yalpalamadan gelmek ve güzelce virajı dönmek zorunda.  Yoksa Rijkaard ilk ciddi virajdan istifayla olmasa da yıpranarak çıkmış olur.

İkinci baraj ikinci devre başı olacak, yine iyi başlayamayan sıkıntıya girer...

ceket de güzelmiş.