12 Nisan 2010

Türkiye'den Portsmouth'a bir bakış!


Bu sezon Portsmouth kulübünde yaşananalar bana mucize gibi geliyor. Kısaca özetlersek, takım lige çok kötü başladı. Sezona 3 yıllık hocaları Paul Hart ile başlayan kulüp Kasım ayında Chelsea'de Mourinho'nun yerine getirilerek adını duyuran Avram Grant'ı göreve getirdi. ama olmadı, kötü gidiş hem sahada hem de ekonomik alanda devam etti. İlk olarak birkaç ay önce web sitesinin masraflarının karşılanamadığı için kapatılacağı haberi duyuldu. sonrasında paralarını alamayan birkaç kulüp çalışanının maaşlarının futbolcular tarafından karşılandığı haberi takip etti. Bu arada düşmemek için mücadele eden takıma en kötü haber birkaç hafta önce kulübün kayyuma devredilmesiyle geldi. İlk defa bir premier lig takımı kayyuma devredilmiş oldu ve kenarda bir yerde yazılmış bulunan bir kural da ilk defa uygulandı. Kayyuma devredilen kulübün 9 puanı silinir!. Böylece düşmemesi çok zorlaşan takımın matematiksel olan şansı da yakın zamanda tamamen yok oldu. 

Bu haberleri gelirken, bir maçlarının tamamını izledim, birkaç lig maçının da özetlerini izledim; İnanın bana taş gibi bir takım ve müthiş mücadele ediyorlardı. Oyuncularda hiç öyle bir memnuniyetsizlik, hırs eksikliği göremiyorsunuz, sanki UEFA kupasına katılma mücadelesi yapan bir takım gibi savaşıyorlar lig maçlarında. sonradan öğrendim ki yapıyorlarmış. Ekonomik oalrak çökmüş durumdaki bu takımda herkes görevinin başında, ve birçoğu büyük ihtmalle önümüzdeki sezon başka takımlara gidecek olan futbolcular bir alt kümeye düşen kulüplerinin Avrupa'da mücadele etmesi için canlarını dişlerine takıyorlar. Portsmouth - Tottenham maçı, FA Kupası yarı final maçıymış. Portsmouth normal süresi 0-0 biten maçı uzatmalarda 2-0 kazanarak, adını kupa finaline yazdırdı. Finalde Chelsea ile oynayacaklar, ve kaleci Ricardo Roca'ya göre sabırsızlanıyorlar!

İçtenlikle bebrik ediyorum. Dünyanın en zor liginde, tüm bu endüstriyel futbol hegemonyası içinde batmış bir kulubü kupa finaline taşıyan herkesi bir futbolsever olarak tebrik ediyorum.


Ha bu da bu zavallı kulübün yeni stadyumu. Proje ünlü mimarlık ofisi Herzog & de Meuron tarafından hazırlanmış. 36.000 kişilik ama muhteşem. Ay yıldızlı logoya gelince, Kral 1. Richard'ın fethettiği Kıbrıs'tan getirdiği Bizans kralına ait bir altın yıldızı şehre hediye etmesine dayanıyor.   

7 Nisan 2010

Allah Nazardan Saklasın!

Bir süredir ara zamansızlık ve futbol heyecansızlığımdan ara verdiğim yazılara dünkü maç ile tekrar başladım, başlamak zorunda kaldım. Arsenal - Barceona maçının ilk yarısını kaçırmıştım, çok pişman oldum. Herkes özellikle maçın ilk 20 dakikasındaki pas trafiğini ve tempoyu konuşuyordu. 'uzay futbolu' gibi tabirler dolanıyordu etrafta. Bu sefer daha bir kararlılıkla, rövanşı 15. dakikadan itibaren yakaladım. Sanırım bu sefer gördüm o pas trafiğini ve tempoyu. Gerçekten etkileyiciydi. PES oynarken topu ne kadar çok kaptırdığımı fark ettim. Modern futbolun ders kitabı gibi oynuyor, özellikle Barcelona. Arsenal da aynı prensipleri uyguluyor ama Barcelona fantastik noktada. Neredeyse hatasız oynayacaklar. Sürekli pas verecek boş adam bulmak, pası hep oyuncunun alabileceği şekilde vermek, koşu yoluna atılan topları hep doğru zamanda çıkarmak, bu teknik ve taktik anlayışı fizik üstünlüğüyle de birleştirmek, işte uzay futbolu bu. Arsenal gibi pas trafiği çok yoğun olan ve tempolu oyunuyla bilinen genç bir takımı paslar boğup, 20 dakika tempo yapıp bitirdiler. Oynuyorlar, hocam, adamlar oynuyorlar. 


Messi için ayrı bir paragraf gerekiyor elbette. Arsene Wenger demiş 'Sanki Playstation' diye. Dün sahada durdurulamazdı. Messi topu ayağına alıp şöyle bir hızlanmaya karar verdiğinde, savunmacıların çaresiz bakışlarını okuyabildik televizyonda. Son pozisyonda biraz fazla zorladı, ya da tam istediği açıya çekemedi topu, bu seferden kaleciden dönen topu aldı, bir an baktı, boşluğu ayaklarının arasında gördü ve gönderdi. 'Öyle olmadı, böyle atarım!' der gibi... Daha 2-3 hafta önce lig maçında yine 3 gol atmış, 4.'yü de muhtemelen İbrahimoviç atsın diye ceza sahasında ayağında topla savunmacılar düşürene kadar dolanmıştı. Allah nazardan saklasın, evet evet dün bizim spiker böyle demişti, şimdi de benim ağzımdan gayri ihtiyari çıktı. Spikerimizin bir diğer repliği de şöyle oldu: '....pas verecek arkadaşını arıyor, veee en iyi arkadaşını Messi'yi buluyor!'.  Tabii sahada olanlar bir Türk maç spikeri için, arayıp da bulamadığı fırsat, bir gurme için kurulmuş ziyafet sofrası gibiydi. Son olarak yine spikerin sözü ile noktalıyorum: 'Artık ayıp oluyor Messi!'